Av.İbrahim TAŞKESTİ

Av.İbrahim TAŞKESTİ

YA BİZİM KARNEMİZ?

 

Bu sene de karne alan çocuklarla ilgili haberleri izlerken içim burkuldu.

malum karne zamanı,

okula giden çocukları olanlarımız bu duyguyu çok iyi bilir.

yetişkinlerin psikolojisi rol yapmaya müsaittir.

ancak çocuklar olanı yaşarlar, rol yapamazlar.

saflıkları buna elvermez.

bunun için “çocuktan al haberi” demişler.

bundan ötürüdür ki karne zamanı gelince öğrencilere üzülürüm,

bir yerde kendim dahil anne babalara da kızarım.

iyi bir öğrenci olmanın, iyi bir insan olmanın tek göstergesi sanki karneler.

anne baba dahil herkes  bu günlerde

“karne nasıl”

“kaç kırık var”

gibi sorular sorar. 

sanki dünyada en önemli şey yüksek notlarla dolu karneler almak.

kocaman kocaman yetişkinler üzerine düşen görev ve sorumluluklarını

 tam yerine getiriyor gibi öğrenciden görevini tam yapması beklenir.

bu günlerde ağlayan çocuklar mı ararsın,

evden kaçan çocuklar mı ararsın.

Maazallah bu yüzden  intihara kadar giden vakıalar yaşanmıyor mu?

 

*****

Oysa çocukların getireceği karnedeki notlar

sadece çocukların notları değildir.

çevrenin,eğitim sisteminin,öğretmenin, anne babanın ve öğrencinin karnesidir.

karne ortak, suç ortak aslında…

tüm fırçayı çocuğa atmaya hakkımız yok.

bir tarafta her akşam üç beş dizi takip eden,

diziler kadar çocuklarını takip etmeyen anneler…

kahve köşelerinde, elinde kumanda maç seyreden babalar…

beyinsel aktiviteleri sekteye uğratılmış

yaşamak eşittir tüketmek denklemine hapsedilmiş

tüketime kotlanmış hayatlar…

diğer tarafta  kitap okumayan,

her akşam öğretmenevine gidip sigara dumanı altında okey oynayan,

eğitim hayatı üniversitenin bitirilmesiyle sona eren,

yapılan veli  toplantılarında sadece çocukları anne babalarına şikâyet eden …

öğretmenler…

 

*****

Karnelerle ilgili bir fıkra anlatılır.

“Karnesi iyi olan bir öğrenci karnesini aldığı günün akşamında babasına bir  karne uzatmış. Baba karneyi eline alıp incelemeye başlamış. Türkçe: 1, Sosyal: 1, Matematik: 1, Fen Bilgisi: 1, Baba notları görünce iyice sinirlenmiş. “Yazıklar olsun sana verdiğim emeğe. Bu ne biçim karne?” gibi cümleleri sıralamaya başlamış. Hızını alamayıp tam oğluna bir tane vuracakmış ki çocuk, “Baba niye kızıyorsun ki? Bu karne senin karnen! annem  sandıktan çıkarttı da”  demiş. Kıssadan hisse,

*****

Çocuklarımıza, örnek hayatlar sunamıyoruz.

derinliği olan, muteber insan ilişkileri artık tükendi.

çocuklarımız var bizim adeta bizim olmayan,

hayatı hafif (light) yaşıyoruz, insanlararası ilişkiler günübirlik,

sevindiğimizde veya üzüldüğümüzde ayarımız uçlarda,

ya çok gülüyoruz veya çok ağlıyoruz.

ortasını bulmayı  da beceremiyoruz.

kendimiz için uygun gördüğümüz davranışları

başkalarında gördüğümüzde,

hafıza kaybına  uğramışcasına  

hoş görümüz birden yok olup gidiveriyor

önyargılı cevabımızı yapıştırıveriyoruz.

ötekini anlama, kendimizi ötekinin yerine koyma

zahmetine katlanmıyoruz.

herhangi bir zahmete katlanmayınca

güya yaşadığımızı söylediğimiz hayatı da,

girdiğimiz tartışmalarda serdettiğimiz düşünceleri de

fastfood tarzda önümüzde buluyoruz,

hayatımız birileri tarafından dizayn ediliyor.

 

*****

Emrullah beyin deyişiyle bize cilalı hayatlar sunuluyor

farkında olmadan en mahremimize girmiş yöntemlerle.

bize şekil vermeyi  görev  bilen “image maker”lar tarafından(!)

bu paket hayata(programa) öylesine inanıyor ve  kapılıyoruz ki

önümüze sunulan kalıp ve davranışları tüketirken

sanki kendimiz üretmişte tüketiyormuşuz  gibi,

bencil, megaloman düşüncelere kapılıyoruz.

adeta  devleşiyoruz, kimsenin bize gücü yetmiyor.

kimseye hayat hakkı tanımıyoruz.

bize sunulan bu hayata çok güzel yakıştırmalar da yapıyoruz.

akla, bilime, gözleme, sanata… uygun

çağdaş (modern), akılcı (rasyonel),…yaşam diyoruz….(!)

gerektiğinde militanca sahipleniyor, savunuyoruz…

 

*****

Derken  önümüze çıkan bir olumsuzluk örneğin kötü bir karne,

aslında kendi gerçeğimiz karşımıza çıkan.

kendimizle karşılaştık bize ayna olan çocuklarımızın karnesinde.

zor olan insanın kendi gerçeğiyle yüzleşmesi, çünki gerçekler acı…

oysa rasyoneldik, çağdaştık, donanımlı idik…

bir yerde yanlışlık vardı, “ben nerede yanlışlık yaptım” diyebildik mi?

hayır, önce kabullenmek istemedik

sonra yansıtma yöntemine müracaat ettik(çocuğumuzu dövdük)

çeşitli bahaneler uydurduk

bazen panikledik

bazen de ne yapacağımızı bilemedik.

 

Tıpkı hayatın ÖZNESİ değil  de NESNESİ olmayı kabul ettiğimizde

her şeyin bittiğini bilemediğimiz gibi…

Bu yazı toplam 1077 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar