ŞEVKET TANDOĞAN
TARİHTEN BUGÜNE
Can Dündar dâvasında mahkeme salonunda batılı yabancı Büyükelçilerin Müstemleke vâlisi edasıyla gövde gösterisi yapmaları, AB’nin bunlara destek açıklaması ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın milletimizin hissiyatına tercüman olan beyanatı, çok ibretlik düşündürücü bir konudur. Kendimize dönüp, “Dün neydik, bugün ne durumdayız?” süalini sormak gerekiyor.
Nereden, nereye geldik? Süaline güzel bir cevap olmak üzere, ünlü tarihçi İlhan Bardakçı’nın hoşgörüsüne sığınarak TARİHTEN BUGÜNE başlıklı yazısını, noktasına virgülüne dokunmadan yayınlamak istiyorum:
“Paris’teki Versailles Sarayı’nda o gün iğne atsanız yere düşmez. Salonu dolduranların kalp atışları nerede ise pencere camlarını zangırdatır. Kral 14.louis ve eşi ile Başbakan yerlerini almışlar. Perukları pudralı Şövalyeler ve dekolte elbiseli asilzâde düşkünü madamlar sıra sıra dizilmişler. Ortalıkta “çıt” çıkmıyor. Birisi bekleniyor. Hele Başbakan’ın arkasındaki sarı benizli adam, bozuk saat gibi. Laf değil, Paris’e ilk Osmanlı elçisi geliyor. Kendisine iki gün evvel, “Huzura kabul edileceksiniz…” demişler. Dudak bükmüş ve:
--Biz kabul edilmeyiz, ÇIKARIZ… diye cevaplamış.
Elçiler, elbette karşılıklı gider gelirler. İlk Fransız elçisi Jean De la Foret İstanbul’a 1534 te gelmiş. Kralının, Türk Sultanı tarafından KORUNMASINI istemiş. Biz Paris’e elçi göndermeye gerek görmemişiz. Aradan 84 yıl geçmiş de o zaman göndermeyi kabullenmişiz. Sebebi, zevkine doyulur gibi değildir: O günün elçi hazretleri Baron de Sanay, Kudüs’e kadar uzanmış. Orada kiliselere müdâhale etmiş. YÂNİ İÇİŞLERİMİZE BURNUNU SOKMUŞ. İstanbul’a dönünce, bu densizliğine cevap olarak kendisini 15 GÜN YEDİKULE ZİNDANINDA HAPSETMİŞİZ. Elçi zindandan çıkınca soluğu Paris’te almış. Fransa Kralı “Acaba Türkler af dilerler mi?” diye meraklanıp sormuş. “Olur” demişiz. Ve işte 35 yaşındaki ilk elçimiz Hüseyin Çavuş, Paris’e bu sebeple gönderilmiş. Biz ki cihan devletiyizdir. Özür dilemeyi kabullenmişizdir. Vay,vay,vay…
Ve kapı açılır. Hüseyin Çavuş girer içeri. Bir uğultudur başlar. Hatta Kral bile bir an ayağa kalkar. Saraydaki âdet odur ki, huzura girmeden kılıç dışarıda bırakılır, hançer bile belden çıkartılır… Oysa bakarlar ki, o gülle endam Hüseyin Çavuş’un; sarı,eflatun,ipek ve atlas kaftanının altından yatağanının ucu boy verir. Bakarlar ki Hüseyin Çavuş’un sol eli murassa kuşağının üzerindeki hançerine pençelenmiş. Kavuğun altındaki erkek çehresi ki, bıyıkları şâha kalkmış küheylan yelesi misali. Yürür,yürür. Sadece başı ile selâm verir. Ardından renk renk cepkenleri ve kırmızı çizmeleriyle kendisini tâkip eden yeniçeriler ve sipahiler bir kâğıt verirler eline. Başbakan Richelieu almak için uzanır. Vermez. Padişah’ın nâmesini Krala uzatır. Frenkçeye çevirirler. O zaman perukalı Kral:
--Peki amma, burada sadece sultanınızı temsil ettiğiniz yazılı. Özür dilemekten bahis yok…Diye sorar. Hüseyin Çavuş’un dudaklarında bahar yeşili, seher esintili bir tebessüm yayılır. Der ki:-O da var. Onu da ben söyleyeceğim. Cihan sultanının emri nâmede okunmaz,dinlenir sadece. Ve ilâve eder:İstanbul’daki adamınızın haddini aşması sonunda hapsolunmasına karşılık özür dilenmek istemişsiniz. Biline ki, bundan sonraki elçileriniz aynı hataya düşmedikleri takdirde hapsedilmeyeceklerdir. Kralın, asilzâdelerin ve madamların pudralı perukları, Akıncı beyi’ne toslamış şövalye zırhı gibi lime limeleşir.
Elçimiz Paris’e bu kabul merasiminden üç ay evvel gelmiş, o salonda çınar endam boy verisi 29 Aralık 1618 günüdür. Kral bir bina vermiş kendisine. Hâlâ o eski binadır büyükelçiliğimiz. Şânına lâyık bir yapı. Ama,diklenmiş Hüseyin Çavuş: OLMAZ demiş, NEREDE BU BİNANIN HELÂSI?..
O zaman Fransa’da Kralın sarayında bile helâ yok. Hemen o gün, önce helâ nedir öğrenmişler ve sonra da elçilik binasının helâsını yapmışlar.
Paris’teki evlere tuvalet konması gibi bir usulü, BİZ ÖĞRETMİŞİZ kendilerine…İhtiyaçlarını görmek için oturak kullanmaktan vazgeçmeleri nice zor gelmiş onlara. Ama vermişiz o devlet ve tuvalet dersini…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.