Tarık Sezai Karatepe

Tarık Sezai Karatepe

Sivaslı Ahmet Turan Kılıç’a Engizisyon!

 

‘Alaylı’ sayılırdı. İlkokulu bile dışarıdan bitirmiş; içindeki kaşiflik aşkı, aradığı mesleği ayağına getirmişti.

Sonunda televizyon tamirine merak sardı.

‘Siyah beyaz’ken başlamıştı, bu işe. Şimdi ‘renkli’si çıkmıştı.

Adettendir, tv bozulunca bir battaniyeye konur, önden arkadan iki kişi taşır, getirirdi.

Onun öyle ‘tamir tikanı’ yoktu. Evinin bir köşesinde pansumana başlar; olmadı, ameliyat ederdi.

En zahmetlisi de, içindeki pamuklanmış bir karış tozu silmekti; dakikalarca öksürürdü.

Kayma/perdeleme/gölgeleme bitince de ‘Test olsun!’ niyetine 3 saat izler, ‘Ne verirseniz!’ diye teslim ederdi.

Altmışına merdiven dayamış, içindeki okuma/anlama/anlatma aşkı dur durak bilmemişti.

“Secde yerleri şahit olsun!” diye namazlarını başka başka camide kılardı, Kılıç.

10 kişiye selam vermeden evinin yolunu tutmazdı, sevaptı. ‘Tebessüm sadaka’ idi, yüzünden gülücükler eksik olmazdı.

2 Temmuz 93…

Emniyetçiler, ‘Gel bizim tv’ye de bir el at!’ diye seslendiler. Tamir bitip tam da kalkacağı sıra, ekranda Aziz Nesin’i gördü.

Nesin sen, nesin; her kirli iştesin; kalemin zehir akar, şeytanın izindesin.

Ateist şımarıklık, fesat tavır, küstah bakış, namert duruş paçalarından akıyordu, Nesin’in…

Kılıç kendini tutamadı, şehrine kast eden adama ağzına geleni saydı, nice canlar yanmıştı, Nesin’in yüzünden.

Komiser, dikkatle süzdü, Kılıç’ı.

“Gel bakalım ifadeni alacağız, sende bir şeyler var!”

“O niye ki?”

“Derdini mahkemede anlatırsın!”

Belli ki kumpasın ta göbeğine düşmüştü.

Duyan geldi: “Biz senin Madımak saatinde bizimle olduğuna şahidiz, Allah da şahit!”

Duruşma günü tanıklar içeri bile alınmadılar, kalemi kırılmıştı: “Müebbed!”

“Allah bana Vekil, O ne Güzel Mevla!”

Diri diri mezara girmekti, bunun adı. “Kalbe zarar verir!” diye gdo’dan sakınırdı.

Meğer cezaevi, asıl  Genetiği Değiştirilmiş Organizma idi.

İslam’da cezaevi yoktu; suçların karşılığı belli idi, hiçbir suçun karşılığı kodes değildi.

Sadece, suçu sabit olana dek gözaltı evi vardı. Cezaevi, Roma artığı bir zihniyetin mirasıydı.

Anlı şanlı İlahiyatçılar neden susuyordu?

Kalbi tekledi Kılıç’ın, tansiyonu fırladı, duymaz oldu, ayaklarında fer kalmadı, prostatı azdı.

Güneşsiz 24 güz, 24 kış, 24 bahar, şimdi 25. yaz…

Çeyrek asırda kimler çıkmadı ki…

Halka kasteden 28 Şubatçılar, asker polis katili kck’lılar, balyoz balyoz pırpırlılar, milleti aldatan şikeciler….

Ama o, içerdeydi..

Fetö/Jitem/Pkk tertibiyle derdest edilen şeker/tansiyon/kalp hastası Ahmet Arslan…

Kolon kanseri Şeyhmus Alpsoy, bel fıtığından yere göğe sığmayan Mehmet Emin Alpsoy, kalbi tekleyen  Mehmet Olam…

Delta süper enfeksiyonu/Hepatit B’den kurumuş gitmiş Yasin Demir, ayağından acı içinde kıvranan Ömer Faruk Gez…

Son noktayı Cafer Tayyar Soykök koymuştu: “Bir komiser bana, Sen Sivas’ta olmasan da seni tutuklardık, dedi.

600 Müslüman çeyrek asırdır zindanda, Başbağlar katilleri dağlarda, damatlar Vip’te…

Taşları bağlayıp köpekleri salmak tam da bu idi.

Bu yazı toplam 3382 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum