Sevgili yazarımızın Eyüp'teki ölümü...

Geçen hafta önce İstanbul'da Pierre Loti'nin adına taktılar; sonra Kahramanmaraş'ta Sütçü İmam'ın... Tek bir mesajı var bu yazının: "Mazinin isimleriyle oynamayın!"

Biz vefakar mıyız gerçekten? Eğer vefakarsak Eyüp Belediyesi'nin asırlık Pierre Loti tepesinin adını değiştirme teklifine ne diyeceğiz?
Geçen yüzyılda Batı'da Türkleri destekleyen birkaç Batılı yazarın en önde gidenine yapılan bu haksızlığa ne isim takacağız? Aynı soruyu Sütçü İmam Üniversitesi öğrencilerine de sorabiliriz.
Burcum Devrez'in Milliyet'teki haberine göre onlar da üniversiteye adını veren Sütçü İmam'ın adından rahatsızlarmış.
Söz konusu olan, İstiklal Harbi'nde Maraş'ta ilk kurşunu atan kahraman olunca, bugünkü vefasızlık hepten ortaya seriliyor.
Sütçü İmam rektörünün "Böyle bir girişimimiz olmadı" demesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin de Eyüp Belediyesi'nin teklifini oybirliğiyle reddetmesi, bu utancı bir parça azaltmıştır.
Bundan böyle "Türkler vefakardır" genellemesini yaparken başına "bazı" ilavesini koymak mecburidir.

Coşkulu bir Türk sevdalısı
Aslında Pierre Loti tartışmasının geçtiğimiz yüzyılda da aynı hararetle yapıldığını söylemek yanlış olmaz.
Ünlü Fransız yazar, ülkesi Fransa'da "Türk Arif Efendi" diye küçümsenirken, Türkiye'de de "sömürgeciliğin ajanı" olmakla suçlanmıştır.
Yazdıkları okununca bu iki eleştiride de haklılık payları bulunabilir.
Ancak ağır basan motif, coşkulu bir Türk sevgisidir.
O kadar ki Sultan Abdülhamid tarafından kabul edilmiş, İtalyanların Trablusgarp seferini eleştirmiş, Balkan savaşlarında Türklerden yana görüş serdetmiştir.

Kırım var ama...
Ermeni tehcirini anlatırken Türkiye'deki Ermenileri "bir meyvenin içinde onu kemiren kurtlar"a benzetir.
Türklerin kırım yaptığını kabul etmekle birlikte, katliamların tüm çirkinliğini Türklerin üzerine yüklemeden önce Ermeni Devrimci Partisi'nin nasıl vahşilikle saldırdığını unutmamak gerektiğini yazar;
"Dünyada böyle bir saldırıyı böyle bir cezalandırma ile cevaplandırmayacak devlet var mı?" diye sorar.
Ülkesi Fransa, Ermenilerle birlikte Çukurova'yı işgal edince "Sevgili Fransa'mızın Doğu'daki Ölümü"nü ilan eden bir kitap yazar (Kültür Bakanlığı, 2000).
Bu destek Kurtuluş Savaşı boyunca sürmüş, hatta Mustafa Kemal Paşa, Meclis'ten bir heyetle Loti'ye bir minnettarlık mektubu ile bir hediye halı yollamıştır.

Loti kültü
Loti'yi daha iyi kavramak için bu ayki Toplumsal Tarih dergisinde hocam Prof. Dr. Taner Timur'un makalesini ("Bir Zamanlar Pierre Loti", ss. 18-27) okumanızı tavsiye ederim.
Loti'yi geleneksel "ak / kara" sınıflandırmasında değerlendirmeyen yazısında Prof. Timur, Osmanlı döneminde Türkiye'de bir "Loti kültü"nün doğduğunu, 81 Türk aydınının ona minnet duygularını bir ortak mektupla ilettiklerini hatırlatıyor.
Cumhuriyet sonrası bu sempatinin soğuması, Loti'nin ölmeden hemen önce saltanatın kaldırılmasını protesto etmiş oluşundandır.
Loti'ye dair aykırı yorumlar bundan sonra devreye girer.
Ancak Prof. Timur'a göre "Geçen yüzyılın başlarında ülkesindeki ırkçı saldırılara göğüs gererek ve kendine özgü düşünce yöntemleriyle, sevdiği bir halkın yardımına koşmuş bir yazarı sempatiyle anmamıza engel yok"tur.

Marjinal olduğundan mı?
Hal böyleyken "vefakar" Türklerin şimdiye kadar onun 40 kitabından sadece yedisini, onun hakkında yazılmış 300 kitaptan ise sadece birini Türkçeye çevirmiş olmasını nasıl açıklamalı?
İstanbul'da diplomat çocuklarının gittiği bir okulda, bir caddede ve bir tepede yaşatılan adının AKP'li belediyede rahatsızlık yaratmasına ne demeli?
Ergun Hiçyılmaz "İstanbul'u Sarsan Çok Özel Aşklar" kitabında (Altın, 1995) "Loti'nin yüksek topuklu ayakkabılar giymek, makyaj yapmak veya zaman zaman çıplak pozlar vermek gibi 'marjinal' halleri vardır" diye yazar.
Eyüp Belediyesi'nin hasmane tavırda Loti'nin bu özelliği mi etken olmuştur, bilinmez.
Bilinen şu ki, Loti'ye ayıp olmuştur.
Neyse ki tepkiler sonucu atılan geri adımla, mazinin isimlerine dokunmama prensibi yeniden taraftar bulmuştur.

ERGUN HİÇYILMAZ
"Halk onu bağrına basmak için birbirini çiğnerdi"
"Fransız İllistrasyon, Petit Journal gibi kalbürüstü dergilere öykülerle Türkiye ile ilgili anılarını yazar. Yedi düvelin Osmanlı düşmanı olduğu bir dönemde akademi üyesi bir yazarın mazlumdan yana çıkışı az iş değildir.
Sadece bu içtenliği bile, Piyer Loti'yi sevmemize yeter. Zaten toplasanız ve nakl-i yekün alsanız Piyer Loti ve Claude Farrer'den başkasını Türkiye'nin yanında görmezsiniz.
İstanbul'un iki caddesinde onların adının olması bu şükranın ifadesidir.
Piyer Loti'nin Türkiye'nin yaşadığı bozgun dönemine gerçekten içten bakması ve bizden yana tavır alması toplumu oldukça etkilemişti.
İstanbul'a geldiğinde neredeyse devlet başkanlarına uygulanan protokol içinde karşılanıyor, bando mızıka çalıyordu.
Halk ise kendilerinden yana olan bu yazarı bağrına basmak için birbirini çiğniyordu.
Göğsünde Osmanlı nişanı taşıyan Loti, Cumhuriyet'in ilk yıllarında da aynı sevgi ve ilgiyi görecek, Atatürk katında da onurlandırılacaktı."
("İstanbul'u Sarsan Çok Özel Aşklar", Altın Kitaplar, 1995)

YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU
"Çapaçul bir Türk dünyasını müdafaa etti"
"Dişi tırnağı sökülmüş, çöküş Türkiye'sini Pierre Loti cinsinden Frenk muharrirleri bir fes, peçe, sarık, kafes ve nargile dekoru içinde seyredip anlattılar. Yıkık duvarlarla çevrilmiş çökük mezarlıklar, çınaraltı kahvelerinde uykuya dalmış afyonkeşler, mezbele sokakların uyuz köpek sürüleri, bekçilerin 'Yangın var' naraları...
İşte dostumuz Pierre Loti'nin müdafaa ettiği, 'Dokunmayın' dediği Türk dünyası bu çapaçul, bu zavallı şeyden ibaretti.
Pierre Loti, Madagaskar zencilerinden, Seylan maymunlarından ve havai adalarındaki kelebeklerden de bu sevgi ve alaka ile bahsetmiştir. Çünkü onun bezgin ve endişeli ruhu, kendisini avutmak için yeryüzünde arkaik ve pitoresk manzaralar keşfine çıkmış bulunuyordu.
Bundan dolayı ne Loti ne de Loti gibi bizi acaip ve zavallı bularak seven Frenk muharrirleri, Mustafa Kemal'in itibarını asla kazanamamışlardır. O, kendisini bir 'Yeni Adam' hissettiği ve Türk milletinden bir canlı ve ileri cemiyet çıkacağını bildiği için, memleketimizi bir müze halinde görmek isteyenlere karşı bize doğrudan doğruya düşmanlık edenlerden ziyade kızıyordu." ("Atatürk", İstanbul, İletişim, 2005)

NÂZIM HİKMET
"Şarlatan Piyer Loti"
Tevekkül!
Kısmet!
Kafes, han, kervan
şadırvan
Gümüş tepsilerde rakseten sultan!
Mihrace, padişah,
bin bir yaşında bir şah...
Minarelerde sallanıyor sedef nalınlar,
burunları kınalı kadınlar
ayaklarıyla gergef dokuyor.
Rüzgarlarda yeşil sarıklı imamlar ezan okuyor! Frenk şairinin gördüğü şark!
işte
dakikada 1.000.000 basılan
kitapların
Şark'ı!
Lakin
ne dün
ne bugün
ne yarın
böyle bir şark
yoktu,
olmayacak!

Şark
üstünde çıplak
esirlerin
aç geberdiği toprak! Şarklıdan başka herkesin
orta malı olan memleket!
Açlığın kıtlıktan olduğu diyar!
Ağzına kadar
buğdayla dolu ambar!
Avrupa'nın ambarı!

Asya!
Amerikan dretnotlarının tel direklerine
senin Çinlilerin
uzun saçlarından
sarı mumlar gibi asıyorlar kendilerini!
Himalaya'nın
en yüksek
en dik
en karlı tepesinde
Britanya zabitleri cazbant çaldırıyorlar,
kara tırnaklı ayaklarını daldırıyorlar,
Paryaların
beyaz dişli ölülerini attığı Gania!
Anadolu baştan başa
Armistrong'un
talim meydanı oldu!
Asya'nın bağrı doldu!
Şark
yutmayacak
artık!
Bıktık be bıktık!
İçinizden biri
can verebilse bile
açlıktan ölen öküzümüze,
burjuvaysa eğer
gözükmesin gözümüze!
Hatta sen
sen Pier Loti!
Sarı muşamba derilerimizden
birbirimize
geçen
tifüsün biti
senden daha yakındır bize
Fransız zabiti!
Fransız zabiti sen
o üzüm gözlü Azadeyi
bir orospudan
daha çabuk unuttun!
Kalbimize diktiğin
Azadenin taşını
bir tahta hedef gibi topa tuttun!
Bilmeyenler
bilsin:
sen bir şarlatandan başka bir şey değilsin!
Şarlatan!
Çürük Fransız kumaşlarını
yüzde beş yüz ihtikarla şarka satan:
Piyer Loti!
Ne domuz bir burjuvaymışsın meğer!
Maddeden ayrı ruha inansaydım eğer, Şarkın kurtulduğu gün
senin ruhunu
köprü başında çarmıha gerer
karşısında cigara içerdim!

Bu yazı toplam 510 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar