Emrullah KILIÇ
Ne Gülüyorsun Anlatılan Senin Hikayen
Tüketici bir toplum olduğumuz hepimizin malumudur. Tüketicilik, ekonomik ve kültürel açıdan birçok sıkıntılara yol açar.
Toplum olarak bu sıkıntılarla karşı karşıya olduğumuz gerçeği yadsınamaz. Ekonomiyi bir kenara bıraktığımız da bile üzülerek belirtmeliyiz ki bu gün dünyaya hâkim olan birçok söylemin ancak tüketicisi konumundayız.
Üretilen söylemleri kullanıyoruz sadece. Onların üretilmesine katkı da bulunamıyoruz. Dolayısıyla kendimiz üretemediğimiz bir düşünce de o düşünceyi üretene bağımlı olmak zorunda kalıyoruz. Bu tüketicilik zamanla hayatın her alanına yansıyor. Hem de aslının çok kötü bir taklidi olarak.
Tüketimin çarklarını döndürmeye devam ediyoruz.
Dünya da hangi hâkim söylem varsa onun taşeronluğuna gönüllü olarak soyunuyoruz. Zaten bizde daha önce vardı muhabbetleri alıp başını gidiyor. Savunup bayiliğine soyunduğumuz düşüncenin hangi kültürel ortamdan çıktığını, sebeplerini-sonuçlarını analiz etmenden kendimize yakıştırıveriyoruz hemen. Sonra da önceden direnç gösterdiğimiz kaleler bir bir çıkıyor elden. Baştan aşağı değişiyoruz.
Toplumun her kesimi bu konuda aşağı yukarı aynı tepkiyi veriyor. Reflekslerimizde fazla değişkenlik olmuyor. Tüketim insanı olmanın sonuçlarına beraberce muhatap oluyoruz.
Ancak dikkati çeken önemli bir ayrıntı var. Kendisini yıllardır batılı düşünme ve yaşama tarzından ayıran ya da o şekilde farklılıklar üzerine tanımlayıp ayrıştıran dindar/muhafazakâr kesim her ne hikmetse artık tüketim bayrağını kimselere bırakmıyor. Eskiden karşı olduklarının bu gün adeta faziletini anlatıyor. Aslında bunların çoğunun da İslam geleneğinde zaten var olduğundan bahsediyor. Örnekler veriyor. Önce kendini ikna ediyor, sonra da bu ikna turlarını çevresine karşı düzenliyor.
Önce yapay duran bu tutum zamanla içselleşiyor. Düşüncede başlayan bu değişim zamanla hayat tarzını dizayn ediyor. Eskiden var olan tereddütler/hassasiyetler artık gündem olmuyor. Gündem edenler ise hala orada mısın alaycılığına muhatap olmaktan ve dışlanmaktan kendini alıkoyamıyor.
Var olan bu tutum karşısında birkaç cılız muhalif tutum olsa da bu kesimin kulak kabartacağı kadar gür bir ses çıkamıyor. Sadece entelektüel bir çaba olarak kalmaya mahkûm oluyor.
Düşünüşümüz, düğünümüz ve dolayısıyla kültürümüz değişiyor. Eski önceliklerimiz yerini modern beğenilere bırakıyor. Mekânlarımız başkalaşıyor. Önceleri hor görülen yaşam tarzları, ele para geçince benimsenip komşu muhabbetlerinde üstünlük yarışı ve sınıf atlamanın! gururuna dönüşüyor.
Kimsenin gezmesinin, eğlenmesinin kısaca hayatının peşinde değiliz. Herkes gücü ölçüsünde gezsin eğlensin, tatil yapsın. Evini barkını donatsın. Kimilerinin çocuğu köyde bağda bahçede çalışırken kimileri de denizde havuzda olsun. Geldiklerinde uzun uzun anlatsınlar oraları görmeyen/göremeyen arkadaşlarına.
Ancak sorgulanması gereken çok başka bir durum var ki yazar Sibel Eraslan bu başkalaşımı ve değişimi içerden biri olarak inceleyip muhalif bir dille ortaya koyuyor. Ve kendimize sormaktan kaçındığımız soruları soruyor. Bu kadar sakil, bu kadar sonradan görme şekilde, göze soka soka, paçadan akıtırcasına, para budalası halinde sergilemek zorunda mıyız kendimizi? Allah yürü ya kulum demiş, sana ne demesin kimse lütfen Şu yürüyen kullar, bir gün de sormazlar mı vicdanlarına Maun Suresi, Bakara Suresi ne diyor diye? Yetimi ve güçsüzü itip kakan, yetimin ve güçsüzün halini düzeltmek konusunda çaba sarfetmeyen kimselerin dini yalanlayıcılardan olduğunu hiç okumadık mı? Veya komşusu açken tok yatan bizden değildir diyen Rasûl"ü de (s.a.v) mi hiç işitmedik? Dikkat ediniz; namaz kılmak, oruç tutmak değil Komşusu açken tok yatmamanın anlamı, kelime-i şehadet kadar büyüktür
Unutmayalım ki bu sorulara hepimiz muhatabız.Ve hepimiz gerçeklerimizle yüzleşmek zorundayız.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.