ŞEVKET TANDOĞAN

ŞEVKET TANDOĞAN

GÜZ MEVSİMİ

 

 

 

Hızla akıp gitmekte olan ömür sermayemiz, her geçen gün tükenmekte, dolayısıyla genç-ihtiyar her kes mukadder sona doğru biraz daha yaklaşmaktadır. Mukadder son dediğimiz ecelimiz meçhul olduğu için, hiç kimse ne kadar; kaç gün, kaç saat ömrü kaldığını tahmin dahî edemediğine göre, hepimiz hesabımızı iyi yaparak her an hazır bulunmak zorundayız.

Bugün genç olanlar, Mevlâ ömür verirse bir gün yaşlanıp ihtiyar olacaklar. Akıp giden bir kervan yolculuğu var. Devamlı sevkiyat var. Bu gerçeği görmezden gelip, gözümüzü kapatarak bizi burada durdurmazlar.

Tabir caizse koskoca bir gerçek daha var, o da GÜZ MEVSİMİ diyebileceğimiz ihtiyarlıktır. Evet ihtiyarlık; güz mevsimi veya akşama en yakın olan İKİNDİ VAKTİ… Eskiten yıllar içinde yıpranan vücudumuz bize, kabir tarafına doğru bir rampadan âdeta yuvarlanırcasına indiğimizi söylüyor.

Birçoğumuz çabucak geçiveren gençlik hülyâlarından sonra, ihtiyarlık alâmet ve ikazlarıyla yüz yüze bulunuyoruz. Her ne kadar kimilerimiz gaflet ve zulmet içinde acı gerçeği göremiyorsa da, berzah âlemi, dostlarımızın toplanıp bekleştikleri yer kabir, önümüzdeki ilk uğrayacağımız duraktır.

Başta âlemlere rahmet sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) ve onun vârisleri olmak üzere; tüm enbiyâ ve evliyâ, sâlihler, şehitler ve topyekün mü’minler orada değil mi? Hz.Âdem’den buyana hep oraya akın etmiyorlar mı? Eğer irtihal etmeden cennet ve cemâl-i İlâhî’ye kavuşmak mümkün olsa idi, iki cihan serveri Efendimiz (s.a.v.) gitmemesi gerekirdi.

İnsan ihtiyarladıkça dünyayı da, çevresini de ihtiyar ve fânî hissetmeye başlar. Yıpranan bünyesiyle birlikte, dünyadan sevdiklerinden ayrılma vaktinin geldiğini anlaması, insanların bedeni gibi, ruhunda da ciddî sarsıntılar meydana getirir. Ancak mü’minlere bir rahmet-i ilâhî olarak; o ayrılık hissi, Mevlâsına kavuşma arzusuyla tesellîye inkılâb eder.

Rabbimizin hudutsuz affını, rahmetini, lütuf ve ihsanlarını düşünen ihtiyarlamış mü’minler için, ayrılık hüznü ve endişeler, yerini ümitvâr olmaya bırakır. Ölüm döşeğinde cennetteki makamını görüp, hayran hayran seyrederek kolayca acı duymadan ruhunu teslim eder.

Netice itibariyle; genç yaşlı her kes, özellikle muhterem ihtiyarlar! Bu dünyayı mükemmel ve muntazam bir şehir, bir saray hükmünde görmeli, aynı zamanda gelip geçici müsâfir olduğumuzu, ebedî ve sermedî olanın âhiret âlemi olduğunu hiç aklımızdan çıkarmamalıyız.

Öyleyse gelin, müsâfirliğin er veya geç bir gün biteceğini, asıl ikametgâhımıza intikal edeceğimizi, orada nâil olacağımız nîmetleri ve hepsinin ötesinde müşerref olacağımız CEMÂL-İ İLÂHİYİ düşünelim. Müsâfirliğin icaplarını yerine getirelim: Kur’an yolundan ayrılmayalım, Resûlüllah’ın vârislerinin izinden gidelim, bid’at ve dalâlete sapmayalım, tevbe-istiğfârı eksik etmeyelim.

Böyle yapabilirsek ölüm, bir odadan öbür odaya geçmek gibi kolay olacaktır. Kâmil mü’minler zaten ölmüş sayılmazlar, onlar sadece bir evden diğer eve göçerler.

Yazımı Osmanlı dönemi büyük âlim ve mütesavvıfı Aziz Mahmud Hüdâî’nin bir şiiriyle bitirmek istiyorum:

Kim umar senden vefâyı, yalan dünya değil misin?

Muhammedü-l Mustafâ’yı, alan dünya değil misin?

Kasd edip halkın özüne, toprak doldurup gözüne,

Ehl-i gafletin yüzüne, gülen dünyâ değil misin?

Yürü hey vefâsız yürü, sensin hod bir köhne karı,

Nice yüz bin erden geri, kalan dünyâ değil misin?

Eğer şâh-u eğer bende, her kişiyi salan bend’e,

Kimse mekân tutmaz sende, virân dünyâ değil misin?

Kimisini nâlân edip, kimisini giryân edip,

Âhir-i kâr üryan edip, soyan dünyâ değil misin?

Sihrile donatıp kendin, meydana salan semendin,

Âleme mihnet kemendin, salan dünyâ değil misin?

İşin gücün dâim yalan, çok kişiden arta kalan,

Nice kere boşalarak, dolan dünyâ değil misin?

(Aziz Mahmud Hüdâî)

Bu yazı toplam 1213 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.