Tarık Sezai Karatepe
Bu ateş seni de yakmasın!
Bu ateş seni de yakmasın!
Köyceğizli yörük İsmail, yurdunu milletini özünden çok seven(!), pırıl pırıl bir Akdeniz delikanlısıydı.
Belirli gün ve haftaları kaçırmaz, ne görev verilirse harfiyyen uygular, büyüklerinin gözüne girmeye azami gayr...et sarfederdi.
Hatta bir seferinde, mahalle muhtarı Behcet, “Gözümün içine bak; ne görüyorsun?” demiş,
“Kendimi görüyorum, muhtar amca!” cevabını verince matrak muhtar,
“İşte şimdi gözüme girdin evlat!” diye takılmış;
on dörtlük muti delikanlı, bunu da her yerde anlatmış; kendine bir övünç payı çıkarmıştı.
Köyünde, yirmi bir mart geldi mi, lastikler yakılır; dağ gibi ateşin üstünden atlarlar;
Soyadı kendinden menkul Gökalp’in:
Ergenekon yurdun adı;
Börteçine kurdun adı,
Dört yüz sene durdun, hadi,
Çık, ey yüz bin ırmağımız!
masalını ezberleyene, anlı şanlı milli derneğimiz(!) “çeyrek” verir;
köyün çıkışında, “Paramız yabancıya gitmesin!” diye, kımız niyetine Türk rakısı içer, taban toplarlarmış.
Kimsenin aklına gelmezmiş ki; dört kitap, yüz yirmi dört bin peygamber var iken; nasıl olur da, koca bir millete, itgillerden bir nesne yol gösterecek!
Kılavuzu karga olanın…
İsmail, yaşı on sekiz olup da Tıp’ı kazanınca, hayatında ilk defa, büyük şehre çıkmanın heyecanıyla bavulunu hazırlamış; düşmüş yollara…
“Biz varken, sana kimse dokunamaz!” diyen bağrı yanıklar, onu da yanık bağırlarına basmışlar.
Bir mart akşamı takvim yaprağını çevirince, önce hafif bir sarsıntı geçirmiş, neden sonra kendine gelmişti:
“ Ben size iki bayram getirdim.
Biri Ramazan, diğeri Kurban’dır.
Mecusilerin bayramını kutlamanız, size Allahu Teala tarafından yasak kılındı.”
Büyük Sözlük’ün “Mecusi” maddesine baktı; olmaz, olamazdı.
Bir süre ortalarda görünmedi; sonra eşyalarını toplayıp Kredi Yurtlar’a yerleşti.
Kula kulluğu reddeden bir söylem geliştirdi; onu bir yaz tatilinde, ailesi bile tanıyamadı.
Kavramlar denizinde yüzüyor; soruyor, soruyordu:
“Neden, sekiz asır boyunca, hiçbir Selçuklu / Osmanlı sultanının, vezirinin, ya da sokaktan geçen birinin adı Attila, Mete, Teoman, Cengiz… değildi!”
“Neden, bir kısım ataları Orta Asya’dan göç ederken, bir kısmı…”
“Bu da mı!...”
O, şimdi ayrımcılığın her türlüsüne karşı çıkan, bir çocuk doktoru…
………………………….
Şemdinlili Dilan, sömürü söylemleriyle büyümüş;
dedelerinin biri Çanakkale’de, diğeri Yemen’de “gül bahçesine girer gibi” Firdevs’e uçmuş;
Jirki aşiretinden bir Kürt kız…
Zihin dünyasında Dahhak, Demirci Kava, özgürlük ateşi… saygın bir yere sahipti.
Yirmi bir mart’larda, kaç kez demir parmaklıklara girmiş; yaş’tan kurtarmıştı.
Lise son’da, Necip Fazıl’ın Son Devrin Din Mazlumları’nı okumuş; iki Said’e hayranlık duymuş; tam da “dağlı” olacakken kararından caymıştı.
Üstelik, Çile Şairi de; Istanbul’da, Sorbon’da aradığını, Şemdinli’de bulmuş;
Arvasi’nin ruh ikliminde, bağrını serin Anadolu coğrafyasına vermişti:
“Şemdinli dağlarının, içtim nur çeşmesinden,
Kurtuldum, akreplerin ruhumu deşmesinden!”
Keşke, seküler bir dava uğruna yok olan, komşu kızı Pervin ile nişanlısı Celal sağ olsalardı da,
Rahmet Elçisi’nin, “Irkçılık davası güden, bu uğurda ölen bizden değildir!” emrini işitselerdi!
Onları ebedi azaba sürükleyen halkının zalimlerine, nefreti bir kat daha artmıştı.
Yüz on bir yıllık Basel Protokolü yürürlükteydi;
Yerli Lavrensler; kah emeği, kah yasayı, kah laikçiliği, kah etnisiteyi, kah geri kalmışlığı… kullanarak gücü bölüyor; Vadedilmiş Toprakları parselliyordu;
Telaviv, suyun başını tutmuştu;
Doğu ve Güney Doğu’ya on iki milyar dolarlık kalkınma paketi açıklanınca,
“kandan nemalanan;
gözyaşından palazlanan;
acıdan rant çıkaran”
“seçilmiş çeteler”, neden paniğe kapıldılar?
Oyuncakları mı alınıyordu; ne güzel “sandık” da yakınken!...
Ramazan sofralarının bereketine hasret Anadolulu, Diyarbakır – Söğüt hattında, kardeşlik ruhunu canlı tutuyor;
Ömer’in adaletinin fethettiği topraklarla,
Kuran bulunan odada, ayağını uzatmaktansa, sabaha dek dimdik bekleyen Gazi Osman’ın kenti, Aliimran yüz üç"te birleşiyor;
özlenen şafağın liderini arıyordu:
“Hep birlikte, Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın.
Allah’ın size olan nimetini hatırlayın:
Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti
ve O’nun nimeti sayesinde, kardeş kimseler olmuştunuz.
Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi O kurtarmıştı.
İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklıyor ki, doğru yolu bulasınız.”
Kasırganın önüne, seddi kim çekecekti:
“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak…!”
Son dakikada ajanslar, flaş haberi veriyor: “Sen onların dinine girmedikçe….”
Tarık Sezai Karatepe
Yazar
Köyceğizli yörük İsmail, yurdunu milletini özünden çok seven(!), pırıl pırıl bir Akdeniz delikanlısıydı.
Belirli gün ve haftaları kaçırmaz, ne görev verilirse harfiyyen uygular, büyüklerinin gözüne girmeye azami gayr...et sarfederdi.
Hatta bir seferinde, mahalle muhtarı Behcet, “Gözümün içine bak; ne görüyorsun?” demiş,
“Kendimi görüyorum, muhtar amca!” cevabını verince matrak muhtar,
“İşte şimdi gözüme girdin evlat!” diye takılmış;
on dörtlük muti delikanlı, bunu da her yerde anlatmış; kendine bir övünç payı çıkarmıştı.
Köyünde, yirmi bir mart geldi mi, lastikler yakılır; dağ gibi ateşin üstünden atlarlar;
Soyadı kendinden menkul Gökalp’in:
Ergenekon yurdun adı;
Börteçine kurdun adı,
Dört yüz sene durdun, hadi,
Çık, ey yüz bin ırmağımız!
masalını ezberleyene, anlı şanlı milli derneğimiz(!) “çeyrek” verir;
köyün çıkışında, “Paramız yabancıya gitmesin!” diye, kımız niyetine Türk rakısı içer, taban toplarlarmış.
Kimsenin aklına gelmezmiş ki; dört kitap, yüz yirmi dört bin peygamber var iken; nasıl olur da, koca bir millete, itgillerden bir nesne yol gösterecek!
Kılavuzu karga olanın…
İsmail, yaşı on sekiz olup da Tıp’ı kazanınca, hayatında ilk defa, büyük şehre çıkmanın heyecanıyla bavulunu hazırlamış; düşmüş yollara…
“Biz varken, sana kimse dokunamaz!” diyen bağrı yanıklar, onu da yanık bağırlarına basmışlar.
Bir mart akşamı takvim yaprağını çevirince, önce hafif bir sarsıntı geçirmiş, neden sonra kendine gelmişti:
“ Ben size iki bayram getirdim.
Biri Ramazan, diğeri Kurban’dır.
Mecusilerin bayramını kutlamanız, size Allahu Teala tarafından yasak kılındı.”
Büyük Sözlük’ün “Mecusi” maddesine baktı; olmaz, olamazdı.
Bir süre ortalarda görünmedi; sonra eşyalarını toplayıp Kredi Yurtlar’a yerleşti.
Kula kulluğu reddeden bir söylem geliştirdi; onu bir yaz tatilinde, ailesi bile tanıyamadı.
Kavramlar denizinde yüzüyor; soruyor, soruyordu:
“Neden, sekiz asır boyunca, hiçbir Selçuklu / Osmanlı sultanının, vezirinin, ya da sokaktan geçen birinin adı Attila, Mete, Teoman, Cengiz… değildi!”
“Neden, bir kısım ataları Orta Asya’dan göç ederken, bir kısmı…”
“Bu da mı!...”
O, şimdi ayrımcılığın her türlüsüne karşı çıkan, bir çocuk doktoru…
………………………….
Şemdinlili Dilan, sömürü söylemleriyle büyümüş;
dedelerinin biri Çanakkale’de, diğeri Yemen’de “gül bahçesine girer gibi” Firdevs’e uçmuş;
Jirki aşiretinden bir Kürt kız…
Zihin dünyasında Dahhak, Demirci Kava, özgürlük ateşi… saygın bir yere sahipti.
Yirmi bir mart’larda, kaç kez demir parmaklıklara girmiş; yaş’tan kurtarmıştı.
Lise son’da, Necip Fazıl’ın Son Devrin Din Mazlumları’nı okumuş; iki Said’e hayranlık duymuş; tam da “dağlı” olacakken kararından caymıştı.
Üstelik, Çile Şairi de; Istanbul’da, Sorbon’da aradığını, Şemdinli’de bulmuş;
Arvasi’nin ruh ikliminde, bağrını serin Anadolu coğrafyasına vermişti:
“Şemdinli dağlarının, içtim nur çeşmesinden,
Kurtuldum, akreplerin ruhumu deşmesinden!”
Keşke, seküler bir dava uğruna yok olan, komşu kızı Pervin ile nişanlısı Celal sağ olsalardı da,
Rahmet Elçisi’nin, “Irkçılık davası güden, bu uğurda ölen bizden değildir!” emrini işitselerdi!
Onları ebedi azaba sürükleyen halkının zalimlerine, nefreti bir kat daha artmıştı.
Yüz on bir yıllık Basel Protokolü yürürlükteydi;
Yerli Lavrensler; kah emeği, kah yasayı, kah laikçiliği, kah etnisiteyi, kah geri kalmışlığı… kullanarak gücü bölüyor; Vadedilmiş Toprakları parselliyordu;
Telaviv, suyun başını tutmuştu;
Doğu ve Güney Doğu’ya on iki milyar dolarlık kalkınma paketi açıklanınca,
“kandan nemalanan;
gözyaşından palazlanan;
acıdan rant çıkaran”
“seçilmiş çeteler”, neden paniğe kapıldılar?
Oyuncakları mı alınıyordu; ne güzel “sandık” da yakınken!...
Ramazan sofralarının bereketine hasret Anadolulu, Diyarbakır – Söğüt hattında, kardeşlik ruhunu canlı tutuyor;
Ömer’in adaletinin fethettiği topraklarla,
Kuran bulunan odada, ayağını uzatmaktansa, sabaha dek dimdik bekleyen Gazi Osman’ın kenti, Aliimran yüz üç"te birleşiyor;
özlenen şafağın liderini arıyordu:
“Hep birlikte, Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın.
Allah’ın size olan nimetini hatırlayın:
Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti
ve O’nun nimeti sayesinde, kardeş kimseler olmuştunuz.
Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi O kurtarmıştı.
İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklıyor ki, doğru yolu bulasınız.”
Kasırganın önüne, seddi kim çekecekti:
“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak…!”
Son dakikada ajanslar, flaş haberi veriyor: “Sen onların dinine girmedikçe….”
Tarık Sezai Karatepe
Yazar
Bu yazı toplam 2557 defa okunmuştur
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.