AK Parti'nin "reddiye"si
AK Parti kurmaylarının, Anayasa Mahkemesi'ne verdikleri metin, hukukî prosedür itibarıyla bir "önsavunma". Usul hukukuna göre savcı suçlamalarda bulunuyor, karşı taraf da kendisini savunuyor.
Bu süreçte, Yargıtay Başsavcısı "önsavunma"ya göre iddianamesini, yani suçlamalarını gözden geçirecek ve AK Parti nihaî savunmasını yapacak. Ne var ki, suçlamaların kendisi bir iddianame olmaktan çok bir polemik niteliğinde. İddianamenin birçok pasajı, Cumhuriyet gazetesine bir köşe yazısı olarak konulabilir; CHP grup toplantısında kürsüden iktidara eleştiri olarak sıralanabilirdi. İşte bu yüzden AK Partililer "savunma" demek yerine "cevap" kelimesini tercih ediyorlar.
Ancak "cevap" kelimesi de sorunlu. "Cevap" bir soruya karşılık verilir. İddianame bir "soru" değil; tersine siyasî ve ideolojik önyargılara dayanarak, hukuk sınırları içinde karşı tarafı suçlamak yerine hüküm tesis eden ve mahkûm eden bir polemik. Gerçekte ne olduğu ayân beyân ortada. Bürokrasi, demokratik iktidar üzerinde vesayet iddiasında bulunuyor. Bu vesayeti, ideolojik olarak laikliği gerekçe göstererek yüksek yargı oligarşisi aracılığıyla tesis etmeye teşebbüs ediyor. Bu iddianame ile teşebbüs edilen vesayet düzenini, tıpkısıyla ve aynısıyla bir askerî dikta yönetimi marifetiyle de görebilirdik.
Bu durumda AK Parti'nin Anayasa Mahkemesi'ne gönderdiği metin "cevap" da olamaz. Zaten metnin içeriği de "cevap" kelimesinin kaldırabileceği sıklette değil. AK Parti kendisini savunmak yerine, yer yer Başsavcı ile polemiğe giriyor; iddialara bir savunmada rastlanmayacak ironik karşılıklar veriyor, Başsavcıyı "ti"ye alıyor. Bunun ötesine geçerek, iddia makamını suçluyor, yargılıyor ve mahkûm ediyor. Suçlamalara karşılık verirken, bir ideali temellendiriyor ve savunuyor. Bu tür metinlere düşünce tarihinde "apoloji" veya "reddiye" adı veriliyor. Apoloji, savunmanın ötesine çıkan bir muhakeme tarzı kullanır. İddialar veya suçlamalar bir "tez" olarak kabul edilir. Bu tezlere karşı "anti-tez"ler geliştirilir ve sonuçta ortaya yeni bir durum çıkar. "Apoloji", Yunanca bir kelime. İnce ayrım, Sokrates'in Atina Mahkemesi önünde yaptığı ve Platon'un kayda geçirdiği meşhur konuşmada görülebilir. Bu konuşma, Türkçeye çevrildiği biçimi ile "savunma" değil bir "apoloji", yani "reddiye"dir. Sokrates, diyalektiği kullanarak suçlamalara cevap verirken suçlayanları yargılamaktadır. Diyalektik, bu şekilde etkileyici bir mantık olmanın ötesine geçmekte, düşünceyi geliştiren bir yöntem olarak fikirleri de biçimlendirmektedir. Hıristiyan ilahiyatı, başlangıçta bir apoloji olarak gelişmiştir. Özellikle 19. yüzyılda İslâm dünyasında çok sayıda apoloji yazılmıştır.
Önsavunma'da yer alan "AK Parti laikliğe karşı odak olan değil, laikliği toplumsallaştıran bir harekettir." cümlesi, iddianamenin "reddiye" niteliğinin can alıcı özünü yansıtıyor.
Bürokrasi ve demokrasi karşı karşıya. Bir davaya değil, ikisi arasında bir hesaplaşmaya tanıklık ediyoruz. AK Parti'nin her iki vatandaştan birinin oyunu alması, elbette suçsuzluğuna karine teşkil etmez. Ama her iki kişiden birinin oyunu alan bir partinin kapatılması, halkın ehliyetinin ve rüşdünün de mahkûm edilmesi anlamına gelecektir.
Laikliği bir "yaşam biçimi", bir "yaşam felsefesi" olarak öne süren ve AK Parti'yi işte bu tarz laikliğe zarar vermekle itham eden bir hükmün tesisi, benim bireysel hayatıma ağır bir müdahale teşkil ediyor. AK Parti bu davayı kaybederse, bugün laikliği, yarın başka bir şeyi totaliter bir ideoloji olarak bana dayatmaya kalkan çağ ve akıldışı bir devlet iktidarı ile ben nasıl başedebilirim?
İddianame ile reddiyeyi yan yana koyduğumuz zaman, ilk elden varacağımız hüküm şu: Demokrasi, bürokrasinin fersah fersah ilerisinde. Çünkü iki metin arasında çok bariz bir entelektüel düzey farkı var. Yargı dersini iyi çalışmıyor, çağdaş düşüncelerin ve entelektüel birikimin çok uzağında. Ben bir vatandaş olarak bu düzeye mahkûm olamam. Bir vatandaş olarak anladığım ise şu yalın gerçek: Hukuk, yargı bürokrasisine değil demokrasiye emanet edilmeli.