Şuayip Yaman       Görünen Köy

Şuayip Yaman Görünen Köy

“VEREN EL ALAN ELDEN ÜSTÜNDÜR”

GÖRÜNEN KÖY...                            

İnsanların maddi durumları iyi ise maddi durumları zayıf ve düşük olanlara yardım etmelidir. İslam dininin esaslarından olan ‘zekât’ bunu temel almaktadır.

Şayet İslamiyet yardım etmeyi emir haline getirmiş ise bunu gönüllü yapmak ve fakir insanlara yardım etmek gerekir. Bu çok sevap ve hayırlı bir iştir. Bu nedenle vermek ve Allah’ın bize verdiklerini olmayanlar ile paylaşmak Allah katında çok değerli bir davranıştır.

 

İslam ihtiyaç sahibi bir kişinin, başkalarından bir şey istemesini yasaklamaz. Bununla birlikte, ahlaki bakımdan bu durumu çok fazla tasvip de etmez. Ancak büyük zaruretler halinde istemeye müsaade eder.

 

Zira başkalarına el açmak, insanı küçük düşürür. Bu sebeple de Peygamberimiz, ashabından pek çoğuna, “kimseden bir şey istememelerini şart koşmuştur.

 

Yani zekât almaya değil zekât vermeye gayret etmelidir. Zira peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: “Veren el, alan elden daha hayırlıdır. Yardım etmeye, geçimini üstlendiğin kimselerden başla! Sadakanın hayırlısı, ihtiyaç fazlası maldan verilendir. Kim insanlardan bir şey istemezse, Allah onu kimseye muhtaç etmez. Kim de tokgözlü olursa, Allah onu zengin kılar.” (Buhârî, Zekât 18; Müslim, Zekât 94-97, 106, 124)

 

Bununla birlikte, Cenabı Hak, zekât ve sadaka veren infak ehli Salih müminlerin kalbî hassasiyetine dikkat çeker. Onların bir rahmet dergâhı olan gönül âlemlerinin, aynı zamanda gerçek muhtacı tanıma hususunda âdeta manevi bir röntgen hâline gelmesi gerektiğine işaret ederek şöyle buyurur:

 

(Yapacağınız hayırlar) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun! Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları sîmâlarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.” (el-Bakara, 273)

 

Allah Veren’dir

 

Allah Cevad’dır, Vehhab’tır, Kerim’dir; cömerttir, verendir, kerem sahibidir. Hayır, yolunda cömertliği, vermeyi ve kerem sahibi olmayı sever.

 

Veren kimse Allah’ın keremine, vehhabiyetine (karşılıksız veren, sonu gelmeyen bağışların sahibi) ve cömertliğine mazhar olmuştur.

 

Vermeyen ve alan kimsenin ise bu konuda mazhar olduğu her hangi bir esma yoktur.

 

Netice itibariyle vermemekte ve tutmakta hayır da yoktur, iyilik de yoktur, Allah katında makbuliyet (beğenilmişlik) de yoktur, derece de yoktur.

 

Kuran Vermeyi Teşvik Ediyor

 

Kuran birçok ayetiyle vermeyi ve üstelik en iyisinden vermeyi teşvik ettiği gibi, Peygamber Efendimiz adeta bir cömertlik ve kerem abidesiydi.

 

Ashabı Kiram da vermek konusunda birbirleriyle yarışırlardı. Vermemek ve tutmak ashabın çarşısında hiçbir şekilde rağbet görmezdi.

 

Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.

 

O takva sahipleri bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları affederler.

 

“Allah, iyilik edenleri sever” ayetiyle vermeyi emreden bir Kuran’ın kendisine nazil olduğu Peygamber Efendimiz verme konusunda insanların en üstünüydü.

 

Peygamber Efendimiz Vermeyi Teşvik Ediyor

 

Bir gün adamın biri Peygamber Efendimize gelip ondan yardım istedi. Peygamber Efendimiz o an mübarek elinde ne varsa verdikten sonra: “Şu an bu kadar verebiliyorum! Fakat sen git, benim adıma ihtiyacın olan şeyleri satın al, Allah bana verdiği zaman ben senin oralara yaptığın borcu öderim!” buyurdu.

 

Hazreti Ömer:

 

“Ya Resulallah! Ona verebildiğini verdin! Allah sana gücünün yetmediği bir şeyi teklif etmemiştir. Kendini neden borca sokuyorsun?” dedi.

 

Hazret-i Ömer’in bu sözünden Peygamber Efendimiz’in hoşlanmadığını gören ensardan bir zat: “Ver Ya Resulallah! Allah seni darda bırakmayacaktır!” dedi.

 

Peygamber Efendimiz bu sözden hoşlandı ve: “İşte ben bununla emrolundum!” buyurdu.

 

*****

Hazret-i Ömer anlatıyor: “Bir gün Peygamber Efendimiz sadaka vermemizi emir buyurdu. O sırada benim malım çoktu. Kalbimden: “Eğer Ebu Bekir’i geçeceğim gün varsa o gün bu gündür!” dedim ve malımın hepsini hesaplayarak yarısını getirdim.

 

Peygamber Efendimiz bana: “Çocuklarına ne bıraktın?” buyurdu.

 

Ben: “Getirdiğim kadar da onlara bıraktım!” dedim.

 

Az sonra Ebu Bekir geldi. Meğer o nesi varsa hepsini yüklenip getirmiş.

 

Peygamber Efendimiz ona da: “Çocuklarına ne bıraktın?” buyurdu.
 

Ebu Bekir: “Onlara Allah ile Peygamberini bıraktım!” dedi.
 

O zaman kalbimden: “İmkânı yok, Ebu Bekir geçilmez!” dedim.
 

*****

Bir gün adamın biri Hazret-i Osman’a:

 

“Bütün hayır ve sevapları siz zenginler kaptınız! Sadaka veriyorsunuz! Köle azat ediyorsunuz! Hacca gidiyorsunuz! Zekât veriyorsunuz! Allah yolunda nice maddi yardımda bulunuyorsunuz!” dedi.

 

Hazret-i Osman: “Siz buna mı imreniyorsunuz?” dedi.

 

Adam: “Evet, vallahi, sizin kendi paranızla bunca hayır hasenat yapmanıza imreniyorum!” dedi.
 

Hazret-i Osman: “Fakat şunu unutmayın ki, vallahi bir fakirin kendi boğazından kesip Allah yolunda verdiği tek kör kuruş, malı çok bir zenginin verdiği on binlerden Allah katında daha makbuldür! Az demeyin, siz de vermeye bakın!” dedi.

 

Veren El İle İlgili Kuran Müjdelerle Doludur


Veren el ile ilgili olarak çok büyük müjdeler vardır. Müjdecilerin başını ise Kur’ân çekiyor. İşte birkaç ayet:

 

  • “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah, lütfü geniş olandır, hakkıyla bilendir.”

 

  • “Şüphesiz Allah (hiç kimseye) zerre kadar zulüm etmez. Yapılan çok küçük bir iyilik de olsa, onun sevabını kat kat arttırır ve kendi katından büyük bir mükâfat verir.”

 

  • “İnsanların malları içinde artsın diye faizle her ne verirseniz, Allah katında artmaz.     Ama Allah’ın rızasını arayarak her ne zekât verirseniz; işte bunu yapanlar sevaplarını kat kat arttıranlardır.”

 

  • “Kim bir iyilik yaparsa, ona iyiliğinin on katı karşılık vardır. Kim de bir kötülük yaparsa, o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.”

 

Kim Verirse Ona On Katı İade Vardır; Bu En Azıdır

 

Dünyanın üç beş günlük yitik cam parçalarına değil, bu yüksek değerli elmas müjdelere talip bahtiyarların yaşadıkları örneklemeler anlatmaya kalkılsa ciltlerle kitaba sığmaz. 
 

Bir gün bir adam ihtiyacı için Hazret-i Ali Efendimizin kapısını çaldı.

 

Hazret-i Ali güzel oğlu Hasan’a:

 
“Annene git, kendisine verdiğim altı dirhemden birini versin. Getir, şu adama ver” dedi.
 

Çocuk gider gitmez geri döndü ve dedi ki: “Annem, ‘O altı dirhemi un almak için sakladım’ diyor.” 
 

Hazret-i Ali: “Tahkiki iman sahibi kişi elindeki paraya değil, Allah’a güvenir oğlum. Git annene söyle, altı dirhemin tamamını versin.” dedi.

 

Hazret-i Fatıma annemiz altı dirhemi gönderince de hepsini fakir adama verdi.

 

Hazret-i Ali henüz içeri girmemişti ki, devesinin yularından tutup yanından geçen bir adamın, “Satıyorum, var mı isteyen!” diye seslendiğini duydu.

 

Hazret-i Ali: “Kaça satıyorsun?” dedi.

 

Adam: “Yüz kırk dirheme” dedi.

 

Hazret-i Ali: “Parasını sonra almak üzere kapıya bağla!” dedi.

 

Adam devesini kapıya bağlayıp gitti. Az sonra bir adam yoldan geçerken deveye talip oldu. “Bu deve kimindir?” diye sordu.

 

Hazret-i Ali: “Benimdir” dedi.

 

Adam: “Satmıyor musun?” dedi.

Hazret-i Ali: “Satıyorum” dedi.

Adam: “Kaça satıyorsun?” dedi.

 

Hazret-i Ali: “İki yüz dirheme” dedi.

 

Adam “Kabul!” diyerek, iki yüz dirhemi çıkarıp Hazret-i Ali’nin (ra) eline saydı ve deveyi alıp götürdü.

 

Hazret-i Ali bu paradan alacaklısının yüz kırk dirhemini ödedikten sonra, elinde altmış dirhem kaldı. Altmış dirhemi muhtereme eşi Hazret-i Fatma’ya götürüp takdim etti.

 

Hazret-i Fatma: “Bu nedir?” diye sorunca

 

Hazret-i Ali: “Bu, Cenâb-ı Allah’ın, ‘Kim bir iyilik yaparsa, ona iyiliğinin on katı karşılık vardır.’ (En’am Suresi: 160) müjdesinin gerçek olmuş halidir” dedi.

 

*****

Ashabı Kiramdan Hakim bin Hizam ra, Peygamberimiz Efendimizden bir mal istemişti.

Peygamberimiz ona istediği malı verdi. Bir daha istedi, yine verdi. Sonra buyurdu ki; “Ya Hakim! Bu mal cazip ve tatlıdır. Bir kimse malı gönül hoşnutluğu ile alırsa, o mal ona mübarek olur, onda kendisine bereket verilir.

Eğer göz dikerek ihtirasla alırsa, o malın bereketi olmaz. Böyle bir kimse yediği halde doymayan kimse gibidir.  Veren el al alan elden hayırlıdır.”

 Hakim ra, bundan sonra kimseden bir şey almayacağına söz verdi. Ve Resulullah’dan sonra da ölünceye kadar kimseden bir şey almadı (Buhari –Müslim)

Ashab-ı Kiramdan Hakim bin Hizam ra, Fil Vak'ası' çok iyi hatırladığını söylediği nakledilir. Kureyş' in Benî Esed kolundan olup, HzHatice'nin yeğeni ve Zübeyr b. Avvâm'ın amcasının oğludur.

 

*****

 

“Ey âdemoğlu! İhtiyacından fazla olan malını sadaka olarak vermen senin için iyi; vermemen kötüdür. İhtiyacına yetecek kadarını elinde tutmandan dolayı ayıplanmazsın. İyiliğe, geçimini üstlendiklerinden başla. Veren el, alan elden üstündür (unutma).” (Müslim, Zekât 97. Tirmizî, Zühd, 32)

 

*****

Çalış, kazan! Çalışmayıp, herkese muhtaç kalanların dini ve aklı noksan olur, iyilik etmekten mahrum kalır ve herkesten hakaret görür. 

Bir sabah, Peygamber Efendimiz, Ashabı ile konuşurken, güçlü-kuvvetli bir genç, erkenden dükkânına doğru geçer. Orada bulunanlardan birileri dediler ki: 

- Erkenden dünyalık kazanmaya gideceğine, buraya gelip birkaç şey öğrenseydi iyi olurdu. 

Bunun üzerine Resulullah Efendimiz buyurdu ki: 

- Öyle söylemeyiniz! Eğer kimseye muhtaç olmamak, ana-baba ve çoluk-çocuğunu da muhtaç etmemek için gidiyorsa, her adımı ibadettir. Eğer, herkese övünmek, keyif sürmek niyetinde ise, şeytanla beraberdir. 

*****

Hadisi şeriflerde buyruldu ki: 

“Bir Müslüman, helâl kazanıp, kimseye muhtaç olmaz ve komşularına, akrabasına yardım ederse, Kıyamet günü, “ayın on dördü” gibi parlak, nurlu olacaktır.

“Ticaret yapınız! Rızkın onda dokuzu ticarettedir. 

Emin olan tüccar daha kıymetlidir. Çünkü şeytanla her saat cihat etmektedir. Şeytan, alış-verişte, tartmada onu aldatmaya uğraşmakta, o ise Allahü Teâlâ’nın emrini, rızasını gözetmektedir.

***** 

Neyle geçiniyorsun? 

Îsâ Aleyhisselam birine sordu: Ne iş yapıyorsun?” 

Adam, “ İbadetle vakit geçiriyorum.” 

İsa Aleyhisselam, “Nereden yiyip geçiniyorsun? 

Adam, “Her şeyimi kardeşim veriyor.” 

İsa Aleyhisselam, “O hâlde, kardeşin senden daha kıymetli ibadet yapmaktadır.

*****

 Hz. Ömer buyurdu ki: 

"Çalısınız, kazanınız, Allahü Teâlâ rızkımı çalışmadan gönderir, demeyiniz! Allahü Teâlâ, gökten para yağdırmaz." 

 

*****

Lokman Hekim, oğluna nasihat verirken buyurdu ki: 

"Çalış, kazan! Çalışmayıp, herkese muhtaç kalanların dini ve akli noksan olur, iyilik etmekten mahrum kalır ve herkesten hakaret görür."
 

*****
Büyüklerden birine sordular: Özü sözü doğru olan tüccar mı, yoksa geceleri namaz kılan, gündüzleri oruç tutan abid mi yüksektir? 

- Emin olan tüccar daha kıymetlidir. Çünkü şeytanla her saat cihat etmektedir. Şeytan, alış-verişte, tartmada onu aldatmaya uğraşmakta, o ise Allahü Teâlâ’nın emrini, rızasını gözetmektedir. 

 

İslam dini terimlerinde Abid; Namaz, oruç, hac, zekât, dua, zikir, tövbe, cihat, takva ve sabır… gibi birçok güzel amelleri işleyen kendini bu amellere adayan kişi demektir.

 

*****

Hz. Ömer, "Helâl kazanmak için alış-veriş ederken, helâl kazanırken can vermeyi, başka şekilde ölmekten daha çok severim" buyurdu. 
 

*****
İmam-ı Ahmed bin Hanbel hazretlerine
, "Her gün sabahtan akşama kadar camide ibadet edip, Allahü Teâlâ, benim rızkımı nereden olsa gönderir diyen bir kimse, nasıl bir adamdır?" diye sordular.

 

Hz. İmam söyle cevap verdi: “Bu kimse cahildir. İslamiyet’ten haberi yoktur.        
 

*****

İslam’da, “Çalışmak farzdır”

İmamı Evzâî hazretleri, İbrahim Ethem hazretlerini, sırtında bir yığın odun götürürken gördü. "Niçin bu kadar sıkıntı çekiyorsun? Kardeşlerin, seni hiçbir şeye muhtaç bırakmıyor" dedi. 

İbrahim Ethem hazretleri buna söyle cevap verdi: “Öyle söyleme, Hadisi Şerifte, “Helâl kazanmak için sıkıntı çekenlere Cennet vacip olur” buyruldu. 


Müslüman’ın kendine, evladına, ailesine ve borçlarını ödemek için lazım olanları kazanması farzdır. Bunun için çalışan sevap kazanır. Özürsüz terk edene azap yapılacaktır. Borç ödemek farzdır. Ödeyemeden vefat edenin, ödemek niyeti varsa, günah olmaz.

 

Hadisi Şerifte, “Beş vakit namazı kıldıktan sonra, çalışıp helâl kazanmak, her Müslüman’a farzdır” buyrulmuştur. 

Gerçek bir Müslüman çalışırken de dinin emirlerine uymalıdır. Haram işleyerek kazanılan paradan hayır gelmez.

 

Cömert olan ve başkalarına yardım eden insanlar her zaman sevap kazanır ve değerli olurlar. Dini yönden sevap işlerken insanlar arasında da itibar sahibi olurlar.

 

Çalışmalı ve kimseye muhtaç olmamalıyız.

 

Kimseye muhtaç olmamak için çalışmak çok kıymetlidir.

 

Peygamber efendimiz, Hazret-i Muaz ile müsafeha (karşılıklı olarak elleri iç içe almak suretiyle yapılan selamlaşma, el ele tutuşma) edince buyurdu ki: “Ya Muaz, ellerin nasırlaşmış.”
 

Muaz, “Evet ya Resulallah, kazma elimde toprakla meşgul oluyor ve bu sayede çoluk çocuğumun nafakasını kazanıyorum.
 

Peygamber efendimiz, Hazret-i Muaz’ı öpüp buyurdu ki: “Bu eli Cehennem yakmaz.” (Tibyan)

Görüldüğü gibi bir müminin  iyi niyetle çalışması ibadettir. Fakat kâfirin ve her haramı işleyen kimsenin çalışması ibadet olmaz. “Namaza ne lüzum var, çalışmak da ibadettir” demek çok yanlıştır. 
 

 

 

 

Bu yazı toplam 3943 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.