SOLUDUĞUMUZ ZEHİRLİ HAVA

Uzun bir zamandan beri zehirli bir havayı soluyup duruyoruz. Eşimiz, evladımız, anamız, babamız, sevdiklerimiz, sevmediklerimiz ama herkes bu havayı soluyup duruyor. Bu hava etrafımızı çepeçevre kuşatmış, ondan kurtulmamız, yerine temiz yaşanabilir hava getirmemiz de çok zor. Belki de mümkün değil. Ama biz bu yaşanabilir bir ortamı hazırlamak için çalışmamız lazım. Bu insan olmanın ve daha önemlisi Müslüman olmanın bir gereği…

Bu havayı değiştirmek ve yaşanabilir bir ortamı temin etmek için bu gayeler uğruna çalışacak olan ve hepimizin onun etrafında kenetlendiğimiz bir sosyal yapıyı kurabilsek belki bu zehirli havadan kurtulabiliriz. Ama bu zehirli havadan medet uman, bizi yok ederek vatanımıza göz diken zalim ve inançsız insanlar, ellerine geçirdikleri sınırsız para, medya ve adamlarla bu çalışmalarımıza engel olmakta ve bizi bu havayı solumaya mahkum etmektedir.

“Kendimizi bu havadan nasıl koruyabiliriz?” diye düşünüyoruz. Yaratıcımızın emirlerine kulak veriyoruz. Onun sevgilisi Peygamberimizin buyruklarına bakıyoruz. “Hepiniz, toptan Allah’ın ipine sarılın. Ayrılıp tefrikaya düşmeyin (Maide 103)” emr-i ilahisiyle karşılaşmaktayız.

Bazılarımız bu zehirli havadan korunmak için namaz kılmayı, oruç tutmayı, zekat vermeyi, hac ve umreye gitmekte ve çevrelerine de  tavsiye etmektedirler. Zikir halkaları oluşturarak Allah’ı zikretmemiz bizi bu ortamdan kurtarır” diyenlerimiz de az değildir.

Elbette bunlar bizim görevlerimizdir ve biz bunları yapamaya mecburuz. Ama bunlar bizim bu zehirli havadan kurtulmamızı sağlamıyor. Belki bu şuurla bir araya gelmemizi temin ediyorlar. “Ben ibadetlerimi yapıyorum ya…” diyerek zehirli ortamdan gaflete düşmememiz, gene dinimizin bize bir emri olarak karşımıza çıkıyor.

Rabbimiz bize, “Yeryüzünde fitneden (zehirli ortam, zehirli hava) eser kalmayıncaya ve din (hüküm, kanun) tamamen Allah’ın oluncaya kadar cihad edin (Bir başa bağlı olarak bütün gücünüzle çalışın) (Bakara 193)” buyuruyor.

1.iki-milyar-cocuk--1.jpeg

ZEHİRLİ HAVADAN NASIL KURTULUNUR

Bazılarımız bu zehirli havadan kurtulabilmek için başka yollar ve başka metotlar denemektedirler. Mesela “Vur patlasın, çal oynasın…" veya “Bu böyle gelmiş, böyle gider…” ataleti (durgunluğu) içine girmekle bu ortamdan kurtulacaklarını zannetmektedirler. Futbol stadyumlarına giderek veya TV’lere kilitlenerek “Gooool…” diye bağırarak heyecanından deşarj olarak kurtulacaklarına inanlarımız da çoktur.

Zavallı insanımız başka yaptıkları nelerdir?  Ortamın zehrinden kurtulamayınca bu durumdan canı sıkılanlar kendini sigaraya, uyuşturucuya veya içkiye kaptırıyorlar, kumar bataklığına batıyorlar, zina çukurun düşüyorlar, faiz belasında çırpınıyorlar ve çırpındıkça daha çok batıyorlar. Banka faizlerinden kurtulmak için tefeci faizi altında eziliyorlar…

Kendimizi bu ortamdan başka nasıl kurtarabiliriz? Diyerek sapıtanlar, rüşvet alıyorlar, iltimas yapıyorlar, milletin parasını hortumluyorlar, hırsızlık ve dolandırıcılık yapıyorlar, yalan söylüyorlar, gıybet yapıyorlar, iftira atıyorlar, nemime (kovuculuk – laf taşıma) işine soyunuyorlar… Daha neler, neler yapıyorlar.

Yanlış teşhise yanlış tedavi uygulayan bu adamlar bilmiyorlar ki bu dünyada karşılaştıkları ve her an soludukları bu zehirli havanın yanı sıra ahirette ki ebedi hayatları da kararmakta ve ebedi (sonsuz) bir felakete düşmektedirler.

HAVAYA BENZEYEN BİR VARLIK

Havanın özelliklerine sahip bir başka şey de yasadır. Nasıl hava insanın ve toplumun etrafını sarmış, bir tek açık yer bırakmamışsa yasa da aynen onun gibi her tarafımızı sarmış bir tek açık yer bırakmamıştır. İnsan, nasıl “Ben havasız da yaşarım” diyemezse, yasasız da yaşarım diyemez. İnsan havasızlığa karşı koyamazsa, yasasızlığa da karşı da koyamaz.

            Yasalar, insanlar arasında ki haksızlıkları giderir ve onlar arasında adalet sağlarsa elbette o toplum huzur bulur ve hayatiyetini devam ettirir. Ama yasalar, adaleti sağlamazsa, güçlüyü korur zayıfı ezerlerse, işte o zaman hayat yaşanmaz bir hal alır.

Bir kişinin veya bir toplumun yaslara karşı koyma gücü yoktur. Ortamı yaşanmaz hale getiren ister ekonomik, ister ahlaki, ister ilmi ve ister hukuki yasalar olsun insanı, “Toprağın altı, üstünden daha iyidir” demeye götürür.

            Çok abartıyorsun, diyenlere yasanın gücü hakkında birkaç örnek sunmak isterim.

            Bu gün ülkemizde uygulanan vergi kanunlarına hiç birimiz karşı koyabiliyor muyuz? İhtiyacımız olan bir şeyi alırken, “Arkadaş, ben KDV’siz mal almak istiyorum. KDV ödemeyeceğim” diyebiliyor muyuz? “Ben askere gitmeyeceğim veya bu askerlik kanununu takmıyorum” deme gücüne sahip miyiz? Trafik cezası geldi ama ben bunu ödemeyeceğim, diyebilenimiz var mıdır?

            Yasalar hakkında söyleyebileceğim bir ikinci özellik, yasanın devamlılığı özelliğidir. Yani yasa çıkaran hangi yasayı çıkarmışsa o yasanın çıkış tarihinden itibaren tekrar o yasanın kaldırılış tarihine kadar yasa geçerliliğini sürdürür.

            Çoğu zaman konuşurken; “2006 yılında zinan suç unsuru olmaktan çıkartıldı. Şimdi zina serbesttir” diyoruz. Muhatabımız; “Ha o mu?” diyor. “AB (Avrupa Birliği) uyum yasaları arasında çıkartıldı…” diyerek şimdi geçerliliğinin kalmadığını ima ediyor. Halbuki o yasa çıkartılmış ve henüz lav edilmemiş (kaldırılmamış) olduğundan geçerliliğini sürdürmektedir. Bu çirkin suçu işleyenleri ne polis takip edebilmekte, ne savcı tutuklayabilmekte ve mahkemeye sevk edebilmektedir. Ne de Yargıç (hakim) bir ceza verebilmektedir.

 

Bu yazı toplam 1374 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar