Tarık Sezai Karatepe
Sende hiç utanma yok mu?
Çağırmışsın, konuşmuş. Kabahat onun değil. Katmerli ayıp, senin yaptığın. Dinlemiş, dinlemişsin. Avuçların patlayana kadar alkış tutmuşsun.
Buraya kadar normal de, insan sormaz mı:
“72 yıllık ömründe Vahiy namına ne varsa mahkemeye taşıyan sen, kalkmış fetva veriyor, ahkam kesiyorsun.
Bacağında kısa pantolon, yürümeye başlar başlamaz, Kaygusuz Abdal misali alaya almışsın, insanı insan yapan değerleri.
Şathiyye ustasısın, belli. Hayatın, Turhan Selçuk karikatürlerine övgüyle geçmiş. Çizgilerin Dile Geleceği Gün, ‘Sen misin camiyle, cemaatle, tesbihle, takkeyle matrak geçen!’ diye sorulmaz mı sanırsın!
Sorulur elbet. Sorulur, henüz Hukuk 1. sınıfta iken Bilal’in Çağrısı’nı duyunca kulaklarını tıkaman. Ömrün boyunca hukuku değil, kanunu üstün tutman…
Gezmişleri, İnanları, Arslanları sahaya sürüp, arkadan parsayı toplaman, sorulur. Sorulmaz mı sanırsın, 27 Mayıs’ı göklere çıkarman.
Keyiften dört köşe olduğun ‘idam günü’ sorulur. Tevfik, Kızıl Sultan’a(!) suikaste hayıflanmıştı. Ermeni militanla Türk sempatizan, Osmanlı’ya hücumda ortaktı.
Sana nasip oldu, başbakanla iki bakanı darağacında görmek.
Çift minare rozetli okullara elif be girince, ‘elif’ gözüne battı sanki. ‘be’ gözyaşına sünger oldu. O yüzden belki, gözünün altındaki mor halkalar.”
Haydi bunları sormadın, şu da mı aklına gelmedi:
“Senin partin var ya senin partin, anasını ağlattı milletin. Zati hep analar ağlar, ‘ağa’lara, ‘baba’lara bir şey olmaz.
Yokluğu yoksulluğu sen tattırdın ülkeye. Dağı taşı petrol kokan ülkede, tüpü karneye bağlayan sen! Şimdi kalkmış:
‘Kuran’ı Kerim insanları tek tek, fert fert içten fetheder. Ruhları gergef gergef işler...
İslam potasında eritmek, Kuran ahlakıyla ahlaklandırmak için bütün çabayı harcar. Bu yüzden sevgili peygamberimiz:
‘Ben ahlakı tamamlamak için gönderildim’ buyurur. Rahatlıkla söyleyebilirim ki İslam’ın özü güzel ahlaktır...” diyorsun.
Diyorsun da, nur timsali bacılara, okul bahçesinde bile tahammül edemedin. Özgürlük Marşı’na sokmadın, hürriyet senin içindi.
Anadolu tabiridir:
Bunelek tutmuş gibi olursun, bir tesettürlü gördüğünde. Muşul muşul muşularsın. Kömüş böğürmeleri gelir. Sara nöbetin azar sonra. Parkinson selefin gibi bir titreme alır. Epilepsi hastası sanırlar, seni. Migrenin tavan yapar.
Pişmanlıktan eser yok, sende. Ahlak ahlak diyorsun. Mini etekliye dost, Yaradan’ın emrini baş tacı edene düşmansın.
Ömrüne dalya demişsin. Lakin, kıyafetin bir çeşit ‘kimlik’ olduğunu keşfedememişsin.
“Peki ya İslam’ın siyasetle ilişkisi...
Yanlışlıklara karşı hepimizin duyarlı olması gerekiyor. Kuran’da siyasi bazı düsturlar ön plana çıkmıştır. Şura, adalet, emanetin ehline verilmesi gibi ilkeler.
Ama bunlar herhangi bir devlet modelinin, siyaset anlayışının tekelinde olmayan evrensel, her zaman ve her rejim için mutlaka gözetilmesi gereken ana ilkelerdir.” demişsin, doğru.
Fakat emaneti ehline verdiğin vaki midir? Bakanlık bırakmadın, dolaştın durdun. Kim şahitlik eder sana, hayır dua ile kim anar adını?
Elmadağlı hacıya ağız dolusu kusan yardımcına işlemez mi, MKYK’n?
Kafan karışmış. Aklın zafiyet geçirmiş. Beynin su toplamış. Gözün tütsülenmiş, fıldır fıldır. Burnun koku almıyor. Kulakların ağırlaşmış. ‘Sağır’ın halefisin, ne de olsa!
“Elbette şûra lazımdır, istişare olmadan doğru fikre ulaşılmaz. Doğru kimsenin tekelinde değildir. İstişare şarttır. İstişareyi ister mecliste yaparsın, ister partiyle yaparsın, ister kendi çevrendeki ilim adamlarıyla...
Bir diğer temel ilke işi ehline vereceksin. Benim adamım, yakınım, hısmım demeyeceksin. Adaleti gözeteceksin. Adaletsiz yönetim olmaz. Padişahlıksa da adalet olacak, cumhuriyetse de, demokrasiyse de... “ buyurmuşsun(!)
Böyle vaazı Elmalılı bile vermedi. Sen değil misin, kongrede, yakasına ‘sarı gül’ taktı diye muhalif hanımı bir işaretle tekme tokat attıran!
Yakınlık sende, hısımlık partide. Adalet mi? Geç! Onu hiç alma ağzına! Milyonlara bayramı zehir eden katsayıyı halkın boynuna dolayan sen!
“Dinin egemenlik iddiası yoktur. İslam diniyle Müslümanların meydana getirdiği fıkıh özdeş değildir. Din ayrı, fıkıh ayrıdır... Kuran bir hukuk kitabı değildir.
İslam’ın hedefi insandır, bireydir. Her insan aklı ve hür iradesiyle inanır, sorumluluğunu üstlenir.”
O senin görüşün!
Din, Allah’ındır ve din egemendir. Müslüman, altına imza attığı inancı, ‘kınayanın kınamasından korkmadan’ yaşayandır. Yüce Mushaf bir hukuk kitabı, hayat kılavuzu, yaşam rehberidir. Senin değilse başka!
Din fıkıhtır, fıkıh dindir. Attığı iki adımdan birinde mü’min, diğerinde münkir olan sensin; ben değil!
“Herkes kendi sevap ve günahının sahibidir.
Cennete ancak hak eden gider. Cennette hiçbir cemaate toplu rezervasyon yapma imkânı yoktur...”
Nihayet! Durdun durdun, iki çift söz ettin. Lafın belini kırdın sonunda.
Fakat başkan, sorsaydın ya, hakimiyet Allah’ın mı, yoksa…..!
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.