Tarık Sezai Karatepe

Tarık Sezai Karatepe

Kimsenin Yazmadığı…!

 

 

 

Umuttun. Gün çavarken düştün yollara.

“Malazgirt’ten başlayalım. Bereketler ülkesi Anadolu’nun ruh başkenti burası. Sultan Alparslan, Çağın Süper Gücü(!)’nü dize getirdi.”

Uçsuz ovaya baktın. ‘Yeniden…’ dedin. ‘Bir gün yeniden!’

……………………….

 Susuz, selamladı seni. Köy Enstitüsü’nün eğitimden başka her şeyi becerdiği(!) acı hatıralar karşıladı. Gurup vakti baktın, Akyaka’dan Kafkasya’ya.

Ardahan’dan Şavşat’a kıvrılırken dağ yolu, Gürcü bir dirençti, Doksan Üç’ten kalan. Trabzon yuvandı, Sinop beşiğin. Buğulandı gözlerin.

Kırk yıl var ki, Mevlana’nın Ülkesi uğurladı Başkent’e. Bir değil, üç vekillik reydi aldığın. Cezalı Kent, gönül sofrasını açtı sana. Tokattı vurduğu; ceberrut sol’a, takiyyeci sağ’a!

Bağımsızlık karakterindi, yalnız O’na kuldun sen! Tek kişilik ordu idin, düştü arkana milyonlar. Sel oldun, çağlayan oldun, bora oldun.

Seninle hesabı olanlar, yanıldılar bir kez daha.

Korumasız dolaşıyor, Diyarbakır’da bir maraba kahvesinde atıyor yorgunluğunu. Ulu Cami’de Ömer’in Orduları duruyor selama. Selahaddin, Kudüs’ten döner gibi bağrına basıyor sanki.

Kürtçe bir mevlittir, Ahmed-i Hani’den kalan. Söz değil manadır, gözlerini ıslatan. Lisan-ı hal ile olur, kalplerin duruşması.

Milli bir ’nizam’ kurmalıydı, insan üstü bir sistem. Karakoç şair, yazdı marşını: ‘Kör dünyanın göbeğine…!’

Yalnız değildin. Bir Anadolu buluşmasıydı, etrafını saran. Laz ezgileri, Arabeske; Türkçe Boşnakça’ya karışıyordu. İli özgür, dili özgür, dini özgür bir kent savunmasıydı; Anadolu’yu saran.

……………………
“İşler tıkırındayken bu da nerden çıktı! Faiz değil üretim, diyor. İthalat değil ihracat istiyor. Ağır sanayi diyor da başka bir şey demiyor. Tütün tarlası değil pamuk ovası olacakmış, buralar.

Sınırlar kalkacakmış. Kardeşler arasında hat mı olurmuş! Mazlumların yanındaymış.’ Abd güçlü!’ demek, Tevhid’i inkarmış!

Güç ve iktidar sahibi sadece Yaradan! diyormuş. Bu kafayla dansı bile yasaklatır, bize. İçkiyi unutturur, çöpe attırır kumarı. Fayans düzdürmez bize. Kesmeli önünü, bir an önce!”

……………………

‘Şehadet parmağı’ duvarlardan indi sadece. Gönüllerde perçinlendi, tam aksine. ‘Selamet’le geldi. Şaşırttı kem gözleri:

“Daha dün indirdi tabelayı, bugün yenisini çaktı. Bu ne hız! Uslanmayacak anlaşılan!”

Sandıklar patladı. Açık oy, gizli tasnif kar etmedi oyunu bozmaya. Bilderberg kardeşler hır gür hedef şaşırtırken, ‘anahtar’ güçtü. Hayra motor, şerre fren!

Unutulan Siirt, dışlanan Erzurum, sömürülen Kayseri, itilen Kütahya… hayat buldu, fabrikalarla. Kıbrıs, Viyana’dan sonra ilk kazançtı, cephede.

Dört asırlık bir özlemdi, Akdeniz’i göl yapmak; Yeni Osmanlı’ya.

 ‘Göğü delen minare rozetli’ üniversite için başka kapı aramayacak, imam ‘önder’ olduğunu hatırlayacak; toprağının efendisi, başkasının kölesi olmayacak!

Pakistan, Hint şerrine karşı daha kavi; Afgan, İpek Yolu’na daha yakın; Mindanao, Manila’ya daha sert; Bilge Kral, medrese-i yusufiye’de daha emindi, artık!

‘Kudüs, Istanbul’la buluşmasın!’ diye basıldı, düğmeye. Altı Ok, Üç Hilal’le kapıştı, görünürde(!) Türk’ün örgütünü Kürt, Kürt’ün örgütünü Türk kurdu. Bu ne hazin bir aşktı(!)

Kaos, münafığın gıdasıydı. İsimlere ayır; böl sonra; parçala, hazmet; yut, bir an önce. Niyet çıktı ortaya: Çağrı’ya kulak vermesin insanlık! Kurban olsun izmlere!

İnsana çağıran yanlışa, Vahye çağıran Doğru’ya çağırır. Ne var ki susmaz silahlar.

Ağlar; Alevi anası, Sünni anası; Türk’ün anası, Kürt’ün anası! Olan olmuş, kamplara ayrılmıştır Adem’in çocukları!

Bağırdın, haykırdın dünyaya: ‘Ben söylemiyorum. Yüce Vahiy söylüyor: Dağılmayın, parçalanmayın! Kuvvetiniz gider!’

Dinleyen dinledi. Dinlemeyen girdi, kara toprağa. Beş bin sağ’dan, beş bin sol’dan gitti canlar.

Barışın Çocuğu’nun verdiği selamı kurşunla doldurdu; tekinalpçi taskafalar!

Vurulan rahmetle anılıyor, Şubatlarda. Sonsuza dek! Ya vuran el, hangi mahzende hesap vermekte, posbıyık kodamana!

…………………….

Kampana acı acı çaldı, On İki Eylül sabahında. Belli ki acelesi vardı:

 “Siyon aşığı bakan’ı  nasıl alaşağı eder, Kızıl Sultan(!)’ın  torunları! Sivas’ta nasıl konuşur, Filistin yüzlüler!

Ya Konya! İki günde milyon milyon sığmadılar Meydan’a! Bu kenti bir daha yasaklamalı! Mümkünse silmeli haritadan! Acımadan(!)”

………………………

Herkes girdi koğuşa, sen de. Bir farkın vardı: Onları, uğruna kan döktükleri lordları(!) sorguluyor. Sense, zaten barışık olmadığın adamlarca(!) tutuluyordun. Sen onları tanıyordun, onlar seni…

Çıktın. Zemheri ayazında Moskof zulmüne direnen Hayberli, unuttu kopan bacağını, cennete yolladığı gözünü, parmağını..! Kutladı, Anadolu’dan gelen haberi. Doyasıya.

……………………

‘On dokuz başaklı, hilalli’ yeni vizyon, dosta güven düşmana korku salarken, hedefi büyütmüş, çıtayı yükseltmiştin.

Eleştiren hareket, özeleştiriye de muhtaçtı. Yerel’de kazandıkça hizmetler çoğalıyor, sevgi çoğalıyor, itibar çoğalıyor; fakat nicelik arttıkça niteliğe bir şeyler oluyordu.

‘Demokrasilerde olur böyle şeyler!’

‘Demokrasi için mi düştük yola!’

Cevapsız kalan her soru, kangren olup kemiriyordu bünyeyi. Hesaba katılmayan bir şey vardı, bu arada:

Kapıdan giren herkes iyi niyet taşımıyordu. ‘Vazifeli(!)’ idi bazıları. Durumdan vazife çıkaran…

………………………...

Denenmemiş denendi. Nasip oldu, iktidar.  İlk çatlaktı baş gösteren: Sarı kız’ın yolsuzluğuna kılıf bulundu.  Sütten çıkmış ak kaşıktı(!) Unutuldu bu da.

İyi şeyler olacaktı, oldu. Mazlumların ittifakı için Doğu Seferi’ne çıktın.

‘Niye ilk ziyaretini abd’ye yapmıyor?’

 ‘Tağutun yanında itibar arayan terk edilir; önce Hakk, sonra halk soğur ondan! Doğrudur yaptığı, çizgi sağlam!’

Garson Devlet verdikçe, çarşı pazarın yüzüne kan geliyor; paranın dönüşümü esnafa hayat veriyordu.

Cesurdun. İnananın kıyafeti, ceberrutun silahı olmaktan kurtuluyordu. Kararname çıkardın, bir çırpıda. Lakin, ‘vukuatı bol emniyetçi eskisi’ başkaldırdı buna da. Devlet terbiyesi(!) almıştı, ne de olsa!

…………………………..

Gurbetçi, elinin bereketini, alnının terini, dişinden tırnağından artırdığını sana yakın olana(!) teslim ediyor…

Sermayeye bir haller oluyor; Konyazede, Yozgatzede, Avrupazede… otuz yıllık birikiminin ‘üstüne bir bardak su içiyordu(!)’

Ne disiplin kurulu çalıştı, ne bir dert ortağı buldu, gözü yaşlı emekçi! Giden, ah u zarıyla gitti. Acısıyla, kiniyle, nefretiyle gitti. Giderken sevgisini bıraktı; çilesini, kavgasını bıraktı.

Ad sana kaldı. Bütün günahlar yıkıldı sırtına.

Ne vakit, bu işi çözmeye kalksan, içinden birileri takoz koydular daima. Duymadın belki de, duyurmadılar sana. Yozgatholding’in tam da karşısına Yozgatzede derneği kurdular. Tınmadı hiç kimse.

‘Müşrikten adalet beklenir mi?’ diyen de çıktı; ‘Bildiğin yere git!’ diyen de…

…………………………

Desteğin azalmıştı. Oysa, suikaste kurban giden Anadolu bakışlı adam, yetişmişti imdadına bir kez daha! Kim fısıldadıysa kulağına, Salomon’a verdin istifanı. Su uyur, düşman uyumazdı.

Kaçan bir fırsat mıydı, ömürlük bir pişmanlık mı…? Sanki hiç yaşanmamış gibiydi, heyecan dolu, hizmet yüklü günler…

Şirin hapse düşünce: ‘İlk seçimde aday gösterelim de kurtaralım kodesten. Bak, elin oğlu nasıl da kurtarıyor;  eli kanlı katilini mapus damından!’ diyen çıkmadı mı; yoksa sümenaltı mı edildi vefakar niyetler!

…………………………

Ne kadar savunursan savun kendini; hukuk işlemez asla sana! Sen de biliyordun bunu. İstedin ki, hukuksuzluk çıksın ortaya; cerahatı patlasın sistemin.

Bir akşam üstü tabelan üçüncü kez indi. Dişler gıcırdadı, yumruklar sıkıldı. İyi mi oldu, kötü mü; itidal çağrısıydı yaptığın.

Bingöl’deki Yüzyılın Manifestosu, çok sürmeden siyasi yasak oldu, ömür boyu. Belleklerde kaldı, düşman çatlatan sözler…

Durmadın. İraden zafere değil, sefere memurdu. Kesmedin hızını. Eksik kalan bir şey vardı: Teşkilat hafızası!

Çalışmadı kurullar.

‘Gel bakalım, yeniden görev almak istiyorsun. İl’de, ilçe’de vazifeye talipsin! Ama, iki türlü insan var: Fedakarlar, asalaklar...

Getir malvarlığını! İktidarın yerel’inden genel’inden nimetlendin mi görelim. Açıkla, aradaki servet farkını!’ denmedi.

Güven bunalımı bitirir yapıyı. Kimse kızmasın boşuna. ‘Destek yok!’ diye.

………………………

Bugün yeni bir gün. Sabah bir imkandır, akşam bir imkan. Cuma bir imkandır, bayram bir imkan. Köyleri mahalleleri yeni baştan taramana gerek yok! Biliyor halkın, seni!

Yüzleş yanlışınla. Hatanı azalt, sevabını çoğalt! Kazanırken ehil aday çıkardın, kaybederken liyakatsizdi cepheye sürdüğün…

Eğriye eğri… Kapından giren her fertten mal bildirimi iste. Bağımsız kurullar kur! Şeffaf olsun hareketin! Zengin diye görev verme! Fakir diye horlama!

Ne bilirsin, zenginin soğuk yüzünden kimse girmez içeri. Bin’i bir’e feda etme! İnsan haklarını öncele! Git üzerine dertlerin!

Cesur ol; bil ki ürkeklerin dostu da olmaz, düşmanı da… Boş ambara hırsız girmez!

Kucakla, yeryüzünü. Bekleme burada. Sulh için git Pakistan’a. Dursun, oluk oluk akan kan Peşaver’de, Lahor’da. Yapmadığın şey değil.

Somali seni tanır, Yemen seni bilir.

Fethe çıkan evini temizler, Osman Bey misali. Geri duran içiyle boğuşur, tıpkı Üçüncü Selim devri.

Kan seninle durur, kardeş olur kentler senle. Barışır Yozgat ile Diyarbakır, sen gelince!

Tasalanma! Benden sonra kim var? diye. Zor zamanda çıkar, önder. O’ndan gelen yardım  ile!

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 3705 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum