Prof. Dr. H. Mustafa Eravcı

Prof. Dr. H. Mustafa Eravcı

Kim Bu Haşhaşiler ve Gerçekte Ne Yapmak İstemişlerdi?

Bu gizli örgüt ve kanlı suikastları hakkında o kadar çok efsane imal edilmiştir ki, masalları hakikatinden ayırt etmek kolay değildir. Hele ki ülkemiz gibi tarihin temel bilgilerine aç bırakılmış bir ülkede hiç kolay değildir. Hasan Sabbah (1052  - 1124), Büyük Selçuklu Devleti zamanında yaşamış olan, tarihin eski egzotik ve Bâtınî örgütü fedaayiin (Haşhaşileri) kuran ve ölene kadar liderliğini yapan kişidir.İran'da Kum kentinde dünyaya gelmiş, zamanın önde gelen okullarında okuma şansı bulmuş, ailesiyle birlikte Rey şehrine gittiğinde burada Şii inancının önderleriyle temas etmiş ve Şii İsmaili mezhebini  benimsemiştir. Daha sonra  dini çalışmalarını geliştirmek için Fatimiler'in hakim olduğu Kahire'ye gitmiştir. İran'a döndüğünde Selçuklu sarayında yüksek bir memuriyetle işe başlamıştır.Bundan sonraki yaşamında kesin olarak bilinen ise Hasan Sabbah'ın yoğun dini çalışmalarından sonra örgütlenmeye başladığı ve Alamut kalesini ele geçirip burada üslenmesidir. Söz konusu kalede 2 bin müridinin yaşadığı söylenmektedir. Dönemin ileri gelenlerine yönelik suikastleri işletmek için fedailerine haşhaş vererek (bu daha çok muhalifleri tarafından uydurulduğu söylense de) onların zihinlerini kontrol ettiği bilinmektedir. Bu yüzden örgütün adı Haşhaşiler olarak anılagelmiştir.

 Hasan Sabbah  ve fedailerini kötülemek için o kadar efsane üretilmiştir ki bunlara bilimsel bir kılıfta oluşturulmuştur.  Nitekim  bunların gerekçesini ünlüm İslâm tarihçisi Marshall Hodgson,  Avrupalı Hammer gibi aydınların bile, o günlerde Avrupa’yı çalkalamakta olan Fransız Devrimi’ne karşı polemik yapan ve Haşhaşi liderlerini kötü gösteren suçlamalara ‘kasten’ inandıklarını, düzenden yana olan muhafazakâr tarihçilerin, toplumdan yükselen tepkiler ve halk hareketlerini Haşhaşilikle özdeşleştirip, onu, mevcut ‘devrimci’lere karşı silah olarak kullandıklarını; bu yüzden  araştırmalarının bu güncel yorumun etkisinde olduğunun altını çizer. (İslam’ın Serüveni, İstanbul 1993, s. 60-63)

Bernard Lewis’e göre bu yaklaşım hiç de yeni değildir Avrupa’da. Daha 1332 yılında, Fransa Kralı VI. Philip’in Kutsal Beldeleri geri almaya karar verdiği bir sırada Brocardus isimli bir Alman papaz, Kral’a rehber olsun diye yazdığı bir risale de “Haşhaşiler diye bir grup var ki, bilhassa lanetlenmeli ve kendisinden sakınılmalıdır. Kendilerini satarlar, gözlerini kan bürümüştür ve karşılığı ödendiğinde masum bir insanı dahi gözleri kapalı öldürürler. Şeytan misali (…) kendilerini melek gibi gösterirler…”ifadesiyle tehlikelere dikkat çekmişti.

Böylece Batı’da masalları aratmayacak bir Haşhaşiler efsanesi doğmuştu. Kuşkusuz bunun kaynağında Çin’e gidip gitmediği bile tartışma konusu olan Marco Polo’nun Hasan Sabbah’ın fedaileri hakkında yazdığı satırlar önemlidir. Onun seyahatnamesinde şunlar yazılıdır :

“Vadinin içini envai türlü meyvelerin yetiştiği, eşi benzeri görülmemiş güzellikte bir bahçeye çevirmiştir. İçerisine görkemli saraylar ve köşkler inşa ettirmiştir. Kanallardan şarap, süt ve bal akmaktadır. Dünya güzeli kadınların ve genç kızların ellerindeki çalgılardan en hoş tınılar, dudaklarından en hoş şarkılar dökülür, dans figürleri, izleyeni büyüler. Şeyhin gayesi, tebaasını öbür dünyada bir cennetin olmadığına inandırmaktır. Şeyh bir hükümdarın katlini isteyeceği vakit gence şöyle diyordu: ‘Git ve şunu öldür. Ölürsen seni cennete almaları için meleklerimi göndereceğim...”

Öncelikle şunu söyleyelim: Haşhaşiler veya Hasan Sabbah’ın fedaileri diye bilinen topluluk, tarihte görülmüş  en etkin  “terörist” örgütlerden biridir. Bu, şu anlama gelir: Bir inançları ve ideolojileri vardı ve bu uğurda önce ikna, sonra baskı, bunlar da kâr etmeyince engel olan emir, vezir, hükümdar kimse onu ortadan kaldırmayı hedefliyorlardı.  Nitekim Selçukluların yaymaya kararlı oldukları Sünniliğin, Şiîliğin bir kolu olan kendi Nizari İsmailî akidelerine yaşayacak ve hatta nefes alacak yer bırakmayacağına inanıyor ve bu dalgayı engellemek için inançlarını yaymaya, yeni elemanlar ve emirler, hatta vezirler ve sultanlar bulmaya ve buna engel olacak Sünni alim ve yöneticilere güçlerini kabul ettirmek için var güçleriyle çalışıyorlardı.

Haşhaşiler gerçek İsmailî imameti ihya etmeyi hedefliyorlardı ve bu maksatla Alamut Kalesi’ni karargâh tutmuş, bilinçli olarak yetiştirdikleri dâîleri engel olarak gördükleri liderlerin üzerine salmışlardı. Hatta Sünni İslâm nizamını çökertme uğruna kimliklerini gizleyerek harekete geçen bu katiller, önemli kurbanların adlarının kaydedildiği bir “şeref defteri” bile tutarlarmış. Sünni İslâm dünyasının medar-ı iftiharı olan Nizamülmülk gibi bilge bir yöneticiyi bile gözlerini kırpmadan öldürmüşlerdi..

Neden suikast?

Hasan Sabbah’ın eylemlerini kiralık bir suikastçiliğe indirgemek onu fazla küçümsemek olur. Zira bir Şiî âlimiydi, bir öğretisi vardı ve koskoca İmam Gazali’nin bu öğretiyi çürütmek için ciddiyetle bir risale kaleme aldığını; bundan başka Nizamiye medreselerinin kurulma amacını da anlamamız gerekir. Ayrıca Hodgson’ın dediği gibi tarihte suikastları ilk icad eden Hasan Sabbah değildi. Suikast zaten geçerli bir silahtı o devirde ama Haşhaşiler bu silahı, bürokrasinin kurumsallaşmadığı, henüz şahsî inisiyatiflerle yürütüldüğü bir dünyada kendilerine özel bir zarar veren veya davadan dönen alim veya yöneticilere yönelik planlı olarak kullandıkları için farklıydılar. İlginçtir, sıradan insanların kanını dökmekten kaçınıyorlardı. Ve suikastlar güçlerini göstermek maksadıyla halk içinde ve çarpıcı bir biçimde gerçekleştiriliyordu. Ancak suikastların sayısı arttıkça korkup kendilerinden  ümit ettikleri halk, tam tersine onlardan uzaklaştı. Böylece toplumsal desteği kaybettiler. Sadece  Alamut gibi  belli sayıda kalelerde  mahsur kaldılar. Nihayet Alamut Kalesi dahil İran’daki yapılanmalarının belini kırmak Moğol hükümdarı Hülagü’ye, Suriye’deki melanetlerine son vermek ise Memluk Sultanı Baybars’a nasip olacaktır.

 

Bu yazı toplam 7180 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.