İSTİKLAL MARŞIMIZ VE MEHMET AKİF ERSOY

 

İstiklal Marşımız, 98 yıl önce bugün Meclis’te Maarif Vekili (Eğitim Bakanı) Hamdullah Suphi tarafından okundu. Milletvekilleri, Akif’in dizelerini gözyaşları içinde ayakta dinledi. Burdur Mebusu Mehmet Akif ise mahcubiyetinden Meclis salonunda bulunmuyordu. Ve işte İstiklal Marşı yazılırken yaşanılan onca olaydan ufak bir kesitin satırlarıyla başlamak istedim yazımıza…

Birçok kişinin yazılma aşaması hakkında biraz bilgiye sahip olduğu ama birçoğumuz bazı konularından müzdarip olduğu gerçeğine parantez açarak şerh edelim.

1920’nin sonlarında, Batı Anadolu’daki Türk kuvvetlerinin Çerkez Ethem meselesiyle meşgul olmasından yararlanmak isteyen Yunan ordusu büyük bir taarruza hazırlanıyordu. Durum gerçekten son derece kritikti ve Türk ordusunun sadece silaha ve cephaneye değil, gelecekle ilgili ümitlerini canlı tutacak manevi desteğe de ihtiyacı vardı. Garp Cephesi kuzey kısmının kumandanı olarak bu ihtiyacı derinliğine hisseden Miralay İsmet Bey, Maarif Vekili Dr. Rıza Nur’u bu şartlarda ziyaret etmişti, bu ziyaretinden kısa bir süre sonra, devrin şairleri Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde “Türk şairlerinin nazar-ı dikkatine. Maarif Vekâleti’nden” başlıklı bir şiir yarışması duyurdu.                                                   

Bu sıralar Kastamonu’da bulunan Akif, işin içinde para olduğu için yarışmaya katılmak istememiştir. Bu arada şunu belirtmek isterim ki istiklal mücadelesi sırasında memleketin içinde bulunduğu durumu ve askerlerimizin göstermiş olduğu silahlı mücadelenin önemini ve şuurunu Mehmet Akif Balıkesir, Çankırı, Kastamonu’da camilerde vermiş olduğu vaazlarla da anlatmıştır, bu vaazlar daha sonra gazetelerde basılıp halkın bilinçlenmesinde rol oynamıştır.

Başta Atatürk olmak üzere birçok kişi Çanakkale şiirini yazan Akif’ten milli marş da yazmasını istemektedir ama o ise bu yarışmaya katılmamakta ısrarlıdır. Bir gün Meclis’te Akif’in yakın dostlarından Balıkesir Mebusu Hasan Basri Bey’le karşılaşan Hamdullah Suphi, iki üç hoşbeşten sonra söz yarışmadan açılınca, gönderilen 724 şiirlerden hiçbirinin kendisini tatmin etmediğini, marş olacak vasfa sahip olmadığı söylemiş ve Akif’i marş yazma konusunda ikna edip edemeyeceğini sordu. Hasan Basri (Çantay), Akif’in ödülden rahatsızlık duyduğunu, böyle bir millî görev için ödül konulmuş olmasını bir türlü kabul edemediğini söyleyince, Hamdullah Suphi “Bu kolayca halledilebilecek bir meseledir” diyerek hemen orada Akif’e hitaben kısa bir mektup yazdı. Bu mektupta, şaire istenen şiiri yazmasının ‘maksadın husulü için son çare’ olduğunu ve endişelerinin giderilmesi için ne gerekirse yapılacağını söylemiştir. Hasan Basri Bey, Akif’i İstiklal Marşı’nı yazmaya kendisinin ikna ettiğini, Hamdullah Suphi’nin mektubunu ise şaire marş yazılıp bittikten sonra gösterdiğini söyler. 
Mehmet Akif, beş yüz liralık ödül konusunda gerçekten çok duyarlıydı; en büyük korkusu para için yazdığının zannedilmesiydi. Ve o dönemin şartları içerisinde değerlendirdiğimizde, beş yüz liranın, yüz kırk lirası ile Ankara´da bir çiftlik alınabildiğini bilmenizi isterim. Hâlbuki İstiklal Marşı’nı yazdığı günlerde maddî bakımdan bir hayli sıkıntı çekiyordu ama buna rağmen kabul o parayı kabul etmemişti. Hamdullah Suphi Tanrıöver ile Hasan Basri Çantay Akif’e ödülün hayır kurumlarına bağışlanacağı garantisi vererek onu şiir yazmaya ikna ederler.

Mehmet Akif, Hasan Basri Bey tarafından ikna edildikten sonra Tacettin Dergâhına kapanıp İstiklal Marşı’nı yazmaya başladı. Dostları onun evde, sokakta, camide, Meclis’te, uyurken, yürürken, yemek yerken âdeta bütün hücreleriyle İstiklal Marşı’nı düşündüğünü ve yazıp bitirinceye kadar tam bir istiğrak halini yaşadığını söylüyorlar. Hatta bir gece Tacettin Dergâhından uyanmış, kâğıt aramış, bulamayınca kurşun kalemiyle, kalem bulamayınca çakısıyla yer yatağının sağındaki duvara marşın “Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım” mısrasını yazmıştı. Meclis’te bile, hararetli müzakereler yapılırken, o bütün dikkatini bitirmeye çalıştığı marşın mısralarına vererek çevresinde olup bitenlerden habersiz bir halde sürekli yazıyor, müzakereler bitince daldığı âlemden uyanıyordu.

Bu şartlarda şiir yazmaya başlayan Akif, on kıtalık bu İstiklal Marşını bitirmiştir.

Meclis’te Marş görüşmelerine gelindiğinde ise Karesi Mebusu Hasan Basri Bey’le Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey’in İstiklal Marşı’yla ilgili olarak verdikleri önergeye geçildi. Görüşmeler sonunda encümen tarafından seçilen yedi şiirin bastırılarak mebuslara dağıtılması kararlaştırıldı. 
Hamdullah Suphi Bey, bu görüşmeler sırasında kendisinin Mehmet Akif Bey’in şiirini tercih ettiğini söylemiş ve büyük bir heyecanla okumuştu. İstiklal Marşı’nın mısraları Maarif Vekili’nin gür ve etkili sesinden yükselirken Meclis alkıştan çınlıyordu.

Kırşehir Mebusu Müfid Efendi ise Hamdullah Suphi’nin bu marşı kürsüden bir daha okumasını rica eder. Konya Mebusu Refik Bey’de milletin ruhuna tercüman olan işbu İstiklal Marşı’nın ayakta okunmasını teklif ederek bütün mebuslar uygun görüldüğünde Hamdullah Suphi’nin kürsüye gelerek heyecanla tekrar okuduğu İstiklal Marşı’nı derin ürpertiler içinde ve sürekli alkışlarla dinlemişlerdir.


Ve o gün tarihe not düşülecek bu, Milli Mücadele’nin ruhunu eşsiz bir belâgatle ifade eden İstiklal Marşı’nın milli marş olarak ilk okunuşuydu. Fakat Akif o sırada Meclis’te yoktu, çünkü görüşmeler başladığında mahcubiyetinden fazla kalamamış, bir gölge gibi çıkıp gitmişti.

İstiklal Marşı resmen kabul edildikten sonra, Tacettin Dergâhı, Akif’in dostlarıyla ve tebriğe gelenlerle dolup taştı. Koyu çaylar içildi ve koyu sohbetler yapıldı.

Mehmet Akif, yarışma birincisine verilecek olan beş yüz lirayı almış fakat fakir Müslüman kadınlara ve çocuklara çeşitli işler öğreterek yoksulluklarına son vermek amacıyla kurulan Darülmesâî adlı derneğe bağışlamıştı. Onun ahlâkı bu parayı kendi ihtiyaçları için harcamaya izin veremezdi. Sadece ödülü değil, İstiklal Marşı’nı da Türk Ordusu’na Türk milletine armağan etti ve bunun için Safahat’ına almadı.

O dönem bir milletvekili maaşı sekiz lira olmasına rağmen çok yoksul olan Akif beş yüz liralık ödülü reddetmiştir. Kaynaklar Akif’in sırtında paltosunun olmadığı ve Baytar Şefik’in paltosunu ödünç alarak sırtına geçirdiği halde halkın parasını almadığını söyleyerek onun alicenaplığını ortaya koyarlar. Hâlbuki Akif’i daha büyük yapan unsur, Akif’in evlatları ile olan mücadelesidir.

Altı çocuk sahibi olan Akif, yazdığı mektuplarında çocukları ile gereği gibi ilgilenemediğinden, onlara iyi bir babalık yapamadığından dert yanmıştır. O, cepheden cepheye; şehirden şehire koşmuş, ailesine ara sıra para gönderebilmiştir.  Akif bu ödülü alarak ihmal ettiği çocuklarının eğitimine harcayabilir ya da bir ev alarak onları kiradan kurtarabilirdi. Fakat o her yönü ile kendini bu millete adamış, bu yüzden halkın gönlünde hiçbir zaman silinemeyecek izler bırakmıştır ve bu sebeptendir ki her kelimesiyle bir anlam, her satırıyla tez konusu olabilecek marşımızı ancak Mehmet Akif gibi karaktere sahip bir vatan evladı yazabilirdi.

Bu vesileyle İstiklal Marşımızın kabul yıldönümünde başta Mehmet Akif olmak üzere Türk Yurdu’nda istiklal mücadelesi uğruna canını ortaya koymuş aziz şehitlerimizi, şuur ve ruhuyla tarihe not düşmüş büyüklerimizi rahmetle anıyorum.

‘’Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet; 

Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.’’

 

Bu yazı toplam 5037 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.