Emrullah KILIÇ

Emrullah KILIÇ

Bal Arıları ve Eşek Arıları

İlim tarihi ile ilgilenenlerin malumudur.  Her milletten her medeniyetten bilginler/alimler ilimleri tasnif etmişlerdir.

Aynı şekilde varlıkları da bir hiyerarşi içersinde ele almışlardır

Bu varlıklar hiyerarşisine bağlı bilgi sıralaması, bu bilgiye bağlı davranışlar silsilesi oluşturmuşlardır.

Tabiattaki ünlü dörtlü sıralama ise şöyleydi: cemadât (madenler, inorganik maddeler); nebatât (bitkiler), hayvanât (hayvanlar) ve en nihayet İnsan.

Kendini tevazu sahibi gören veya gördüğünü zanneden birçok insan gerek bu hiyerarşi içersinde ve gerekse kendi içersinde kendini aşağı görmüş/göstermiştir.

Hâlbuki malumun aksine tevazu insanın kendisini aşağı görmesi, aşağılık sanması değildir. Bilakis tevazu kişinin haddini/hududunu bilmesi, yani sınırlarını, özünü, o özün sınırları (hakikatini) görmesi demektir

Haddini bilmek meselesi meselenin can alıcı noktasıdır.

İnsan bu varlıklar hiyerarşisi içerisinde nerede duruyor sorusunun cevabını aramaktan ziyade sanırım asıl aranması gereken cevap “Ben bu insan topluluğu içersinde nerede duruyorum” sorusu olacaktır.

Kişi kendi yerini, konumunu insanlığından hareketle tayin edecektir.

Geleneğimizde nakledilen bir söze göre ki kimileri bunu hadis olarak nakletmiştir “kendini bilen, rabbini bilir”. Buna göre kendimizi bildiğimizde, Rabbimiz"i de bilme imkânına kavuşuruz. Dolayısıyla ben bilgisi, doğru tanımlandığında bizi benlik duygusuna, tekebbüre değil, asıl geldiğimiz kaynağa götürür.

Kendini bilmek suretiyle Rabbi"ni bilen kişi, aynı zamanda haddini de bilmiş olur. Çünkü kendisinin âlem içindeki yerini ve Rabbi"yle olan ilişkisini kavrayan kişi, kibir göstermez.

Bunun sırrına eremeyenler haddini de bilmez hakkını da.

Sahip oldukları makam ve mevkinin şehvetine kapılırlar.

Felsefi düzeyde bir görüşü bir meseleyi savunamaz, bir değerin üreticisi olamazlar.

Kendi özünden kaynaklanan bir saygınlıkları yoktur. Hafif insanlardır.

Her türlü menfaatin takipçisi olurlar. Hiçbir ahlaki değer tanımayıp amaca giden her yolu meşru görürler.

Kendilerince belirledikleri yüksek! dağlara çıkmak ve orada kalabilmek için attıkları taklanın sayısını dahi akıllarında tutamazlar.

 Omurgasızdırlar. Bu yüzden bir duruşları olamaz. Her şeyi basamak olarak kullanmakta sakınca görmezler. Çiğneyip geçerler. Dönüp bakmazlar menfaatinden olmayanlara.

İş bilmezdirler. Cehaletlerini kabalıkları ile örterler. Genellikle beyinleri çalışmadığında kaslarını çalıştırmayı dener, bunu da meziyet sanırlar.

Gerçekte korkaktırlar. Geçimsizlik başlıca özellikleridir.

Tuzaklar kurarlar ama tuzakları örümcek ağı kadar zayıftır. Bu yüzden evhamları hiç bitmez. Küçücük dünyalarında zavallıdırlar ama kendilerini kahraman! zannederler.

Hiçbir fikrin ve davanın savunucuları olamadıklarından kişilerle uğraşmayı yeğlerler.

Çalışanı, üreteni kısaca bal arılarını sevmezler. Kin beslerler onlara karşı.

Eşek arıları gibidirler. Etraflarındaki asalaklarla hangi ağı nasıl deleceklerini düşünürler.

Balarıları gibi iğnelerini ballarına ve canlarına yönelik tehditler karşısında kullanmak yerine iğnelerini eşekarıları gibi, balarılarının ürettikleri balları kendilerine yedirmek istemeyen, asalak olmalarına izin vermeyenleri sokmak için kullanmayı denerler.

O halde;

Gücün ve gürültünün değil, hakikatin yanında yer alıp,

Erdemin sadece kitaplarda kalan bir değer olmadığını bilen vicdanlar nasıl balarılarıyla eşekarıları arasında tarafsız kalabilir?

Dahası, kim bizden eşekarılarının kovanları yağmalamasına seyirci kalmamızı isteyebilir?

 

 

Bu yazı toplam 1500 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum