BABAM HASAN ÇAVUŞ

 

Kadim dostum uzun zamandır sıkıştırmasa, onu yakından tanıdıkça ısrarcı olmasa; belki onu kaleme almam daha çok zaman alacaktı.

O bir Anadolu !

Anadolu dediysem de Ege’yle, Karadeniz’le, Akdeniz’le karıştırmayın. Çok benzerlik olsa da  Doğu ile de karıştırmayın.

 O gerçek bir  Orta  Anadolu “Türk”ü.  Türk dediysem de o aslında  “Türk” de değil.  “Türkmen”.

Bilen bilir. Günlük hayatın herhangi  bir alanında  yüzyıllardır fark ve ayrımcılık olmasa da, yörenin taşra sohbetlerinde  kim “Türk”, kim “Türkmen” menkıbe tadında, ballandıra ballandıra  sohbette lakırdı konusu olur. O da “Türk-men” demek ” Türk” “menem”, yani  “Türk benim” demekmiş deyip daha çocukluğumuzda bu nüansla beynimize kazımıştı.

 Geçelim..

Romanı ve hikaye projesini bir kenara koyup işe  anekdotlarla başlamak istedim.

Yaşı doksanı geçen bu Anadolu insanı, dünya  tarihinin en kötü yüzyılı olan 20. Yüzyılın son üç çeyreği  ile 21. Yüzyılda günümüze  kadar şahitlik etmiş. Onun hikayesi aslında bu zaman dilimdeki  Anadolu bozkırının hikayesidir.

Doğuşu  on beş yıla yakın onlarca cephede savaşmış, zaten geri kalmış bir milletin yoklukla imtihanından yeni çıktığı yıllara denk gelir.  Zorunlu  kanaatkarlık, saban tarımcılığının son çileli yılları, baba erkil büyümüşken, yetimlik ve ana  gölgesinde  kardeşleri ve sonrasında dünyaya  tam sekiz çocuğun geçimi ve yetiştirmesi ile geçen çileli yıllar. Bu  yıllarda içe kapanarak  güçlenen  aile içi dayanışmanın  bildik, “ elkızı” kaprisleri ile çözülmesi, geçimsizliğin dağlara varmadan hala günümüze kadar gelen zimmi mal paylaşımlı ayrılıkla sonuçlanması.

 Sonrasında Çubuk’a   göç ve  kasaba yaşamına  uyum,   yaşamsal dönüşümler ve geçişler…

Yaşına rağmen -şükür Rabbime ki- canlı, açık bir zihni ve adeta teybe bandına sarılmış gibi güçlü bir hafızası var. O hafızada neler yok ki! Ne anlatmıyor ki!

Kızımın da bulunduğu bir akşam yine başladı anlatmaya…

Kızım en çok dedesinin  babaannesi ile nasıl tanışıp evlendiğini  merak etti. Vekaleten evliliklerin yapıldığı yıllar. Yani evlenecek olan genç adına, annesinin, babasının kız beğendiği yıllar ama babam yine de biraz uyanık.

O akşam on dört yaşındaki (rahmetli) annemin on beş yaşındaki  babam için bakılan gelin adayları arasında üçüncü  aday olduğunu da  ilk defa öğrenmiş  olduk. Kızım o akşam anneden dedesi olan Kazım Ağa’nın babası  olan Oymiğdeli Kürdün  İzzet’in de annemin gelin alayında olduğunu da bizimle birlikte öğrenmiş oldu.  1947 yılında ölene kadar o bölge köylerinde nam salmış olan Kürdün İzzet ise  eski Türk filmlerine “ağa” karakterinde girecek bir tiptir aslında,  ama onu şimdilik başka bir öykü için bir kenara bırakalım.

Babam,8-10 kişiden oluşan gelin alayı Camili’nin Handeresi mahallesine  gidip gelirken ırgatlık için tarlada çalışmaya devam etmiş. Damat tarlada gelin at üstünde… İşte garip Anadolu..

Çolak Şakir dedemin o zaman (1941)  60 lira başlık parasını nakit aldığını, rahmetli anamın da ırgatlıktan çıkıp atın üstüne binerek yaklaşık 5 km mesafeyi kat ettiğini ve tüm düğün merasiminin de bundan ibaret olduğu benim için değil ama kızım için yeni bir bilgiydi. Bir gün önce gelin olan rahmetli annemin  ertesi günü sabahın erken saatinde, bu kez başka bir köyün tarlasında onunla birlikte tarlaya çıkmış.

 Balayı niyetine (!) ırgatlık.

Babam hikayenin burasında konuyu kendi özelinde yine Türk’e Türkmen’e getiriyor. Farkına varmadan aldığı güçlü nefesle göğsünü kabartarak peygamberimizin krallara yazdığı mektubla bağdaştırdığı  “Türk’ten önce Türkmenler  Müslüman olmuş kızım”, “Türkmenler  Türk “menem” diyerek bu topraklarda ilk sarılanlar, yapışanlarmış” diyor “biz de sülale olarak yıllar önce Kalecik’ten gelmişiz Camili  köyünün “Haremi”sine (köye ait Topal adil tarafında bir mezra) yerleşmişiz. Babamın dedesi,  kardeşi Arif ile  Hasan Beye icarcı gelmiş Eşmedere’sine” deyip  başlıyor anlatmaya.

Rahmetli Menekşe Annem anlatırdı “ baban hep ben 40 yaşından fazla yaşamam” derdi diye. Zira isimleri sırasıyla Hüseyin-Hasan-Hüseyin büyük dedelerimin  hepsinin de 40-41 yaşında ölmüş ve kendisininde bu yaşta öleceğine inanmış. Babam bunları dile getirince  “Allah onların ömürlerini sana vermiş” diye  takıldık.

Babam, babasını 40 yaşında kaybedince  en küçüğü  altı aylık, en büyüğü yedi yaşında  dört küçük kardeşi, taze gelin hanımı  ve annesi ile kala kalıyor. Yaşı on yedi bile değil.

Reçberlikten başka geçim yolu bilmeyen babam için, hep  ama hep beden gücü ile çalışmakla geçen hayat mücadelesi  yeni başlıyordu.

19. yüzyılda Hasan Beyin tarlaları üzerinde icarla çalışıp karnı doyurmak  üzere çoğu komşu köylerden gelen  3-5 ailenin konaklayarak kurduğu Eşmedere’sinde,  kendinden sadece iki yaş büyük ana bir baba ayrı Seyit Ahmet Onbaşı amcasından başka erkek akrabası da yoktur.  Köy yerinde akraba güç demek, nüfus demek.. Tarlaya, tabana, namusa sahip olabilmek demek..

Karamusa,  Eşmedere,  Koyunbaba’da aynı Anadolu’nun diğer köylerinde olduğu gibi,  Osmanlının tımar sistemi ile kurduğu düzen o yıllarda, yani cumhuriyetin,  cumhuriyet döneminde  düzen icarcılığa döner.

Hasan Beyin oğlu Hidayet’ten de yavaş yavaş köylüler senetli senetsiz   tarlaları satın almaya başlar. Paydaş çoğalınca düzende karışır. Zaten o dönem bütün memleket çalkantılıdır. İmparatorluk  gitmiş Anadolu bakiyesinde cumhuriyet kurulmuş, üstüne üstlük alfabe de değişmiştir. Tarlaların tapusu da senedi de, kütüğü de iyice karışmıştır. Köylüler tarlaların çoğuna sahip çıkar, bir kısmı icarda vermez olur.  Kolay mı bahsi geçen 150-200 bin dönüm arazidir.

Kalecik’te oturan Hasan Beyin torunu Namık Bilgen dava açar. Diğer köylere açtığı davayı kaybetse de  Eşmedere davasını kazanır. Eşmederelilerin çoğu yıllarca ektikleri yerleri ikinci defa satın almak zorunda kalır.

 Esme Ebemle ile babam bazı tarlaları borçlanarak da olsa tekrar alırlar, ama köyden bazıları tarlaların bir kısmına senet farklı olsa da el koyar. İsteseler de seslerini fazla çıkartmazlar.. Bu tarlalar hala o köylülerdedir.

Babam komşu köylere çalışmaya giderken eline geçen birkaç lira ile  hayvan alım satımına başlar ve ömrü boyunca  kadar sahip çıkacağı, nafakasını teminde reçberliğin önüne geçen  “celepcilik” mesleğini böylece öğrenir. Bu sayede Kalecik’in tüm köylerini, Çankırı, Şabanözü ve Çubuk’un bir çok  köyünü , köylülerini tanır. Ya yürüye yürüye, ye da eşek sırtında mecburi konaklamalı yapılan bu iş sayesinde İleride bizimde şahitlik edeceğimiz kadim dostları olur. İlk zamanlar köy odasında kalır ama ikinci, üçüncü gidişlerinden sonra artık evlere konak olur. Kendisi de köyüne gelen dostlarını konak eder … Bu konak adeti 1975’de ailecek tümden Çubuk’a göçünce de uzun yıllar devam eder. Evimize Çarşamba’dan Perşembe’ye geçerken hiç misafirsiz kalmaz ve babam misafirle birlikte sabah namazıyla doğru canlı hayvan pazarının yolunu tutardı.

Geçen yıl geleneksel hale gelen Eşmedere  köy iftarına gelen  Alibey köylü Kalecik Belediye Başkanı Filiz Ulusoy ile tanışınca Başkanın dedesinden, amcasından başladı,  anlattı da anlattı. Hangi yıl kimde kaldığını, hangi malı kaça aldığını vs vs. Başkan hayretler içinde…

Çubuk’a taşınmasına rağmen on yıla yakın köydeki tarlaları ekmeye devam etti. Bizi de götürürdü. Ben biraz küçüktüm ama abimler kimi Ankara’dan kimi Çubuk’tan  ne zor giderlerdi  ekin biçmeye, harman kaldırmaya. Reçberlik zira zordu, hava sıcak, iş  meşakkatli ve tozdu.

Hatırlarım on odalı altı ahır, arkası samanlık, on odalı, çift hayatlı üstü çorak, duvarları kerpiç, tavanı mertek evimizin yıkıldığını. O yıkılınca babamda yıkıldı.. kerpiç yığınlarının arasından iki kamyon kereste ve ağacı doğruca Çubuk’a getirdik. Düzgün olan keresteleri Stad Caddesindeki evimizde yirmi yıldan fazla sakladı babam. Sonunda daireye çıkınca onlarıda odun yaptı.

Köy evi, bahçeli kasaba evi ve nihayet modern zamanların kibrit kutusu daire..

Ben babamın nasıl çalışkan, dürüst, hep helal para peşinde koşan ve bir çekirdek bile olsa harama tenezzül etmeyen, yine  bir zülf bile olsa asla na-mahreme göz atmaya, ve her normal Anadolu insanın sahibi olduğu hasletleri yaşanmış örnekleri ile uzun uzun yazmak için burası müsait değil ama onun tarih için mekana özellikle Kalecik, Çubuk, Çankırı’ya şahitliğini yazmak isterim. .. 

1926… 2016..

Aradaki  noktalardan dedim ya bir tarih kitabı çıkar..

Allah BABAM Eşmedereli Hasan (Arıkan) Çavuşa 2026’yı da görmeyi nasip etsin.

 

Bu yazı toplam 2111 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum