NEVZAT LALELİ
TARIM ARAZİLERİMİZ GİDİYOR
Nereye gidiyoruz yazı serisi [email protected]
Ülkemizin değişik kesimlerinin dertlerini dile getirmek, konu üzerinde kamuoyunun ve yetkililerin dikkatlerini çekmek o konunun halledilmesinde en önemli bir husustur. Memurların dertlerini değişik yazılarımda dile getirmeye çalıştım. İşçilerimizin, emeklilerimizin, dul ve yetimlerimizin acınacak hallerini örneklemelerle açıkladım. Bunlar her zaman bizim karşımızda duran ve bir nebze kendilerini seslerini duyurabilen sınıflar olması hasebiyle üç aşağı beş yukarı durumlarını biliyoruz.
Bir sınıf insan vardır ki bunlar, gerekli sivil organizasyonlarını tam manasıyla kurabilmiş ve dertlerini duyurmak için imkânlarını seferber edebilmiş değiller. Bir “çıra gibi yanıp giden…” bu sınıfın dertlerini duyurmak aynı vatanda yaşayan, aynı inancı paylaşan, sevinci sevincimiz, üzüntüsü üzüntümüz olması gereken insanlara tercüman olmanın gereğine inanıyorum.
Gerçi bunların da bazı odalar ve birlikleri vardır ama ne hikmetse bunlar ya seslerini çıkarmasını bilmezler ya dertleri iyi tespit edemezler veya “tuttuklarını kopartacak dinamizmleri yoktur” ya da kimse kendilerini galeye almamaktadır.
Bu sınıf 70 milyon insanı, ekip – diktikleriyle besleyen çiftçilerimizdir. Eğer çiftçilerimiz olmasaydı bizler, karnımızı bile doyuramaz, açlıktan ölür giderdik.
Ben böyle deyince bazı aklıevveller, “efendim biz de ürünleri ithal ederiz” dediğini duyar gibi oluyorum. Evet, ürünlerin ithali bir çözüm yoludur belki ama bu bizim kendi çiftçimize vermediğimiz parayı elin çiftçisine vermemiz demek değil midir? Bu yol, geçerli yol mudur?
ÇİFTÇİNİN PERİŞAN HALİ
Ülkemizde 40 – 50 yıldır IMF eliyle uygulanan “Türk köylüsünü ve çiftçisini işsiz ve aç bırakın” şeklindeki “Hayım Naum doktrini” hedefine ulaşmış, perişan durumdaki Türk üreticisi şimdi de topraklarını bile kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış bulunmaktadır.
Tohumluk, gübre, mazot, traktör yedek parçası gibi ana girdilerin maliyetlerinde oluşan yüksek artışa rağmen (IMF’nin hükümete yaptığı dayatma sonucu) devlet desteği de alamayan çiftçinin ürünü de gereği kadar para etmeyince zorunlu ihtiyaçları için bazı (sahipleri yabancı) bankaların kapıları çalmaya mecbur oldu.
Bu bankaların cazip imkânlarla sunduğu krediler karşılığında tarlasını, arazisini ipotek olarak onlara verdi. Ödeme zamanları gelip ekonomik yapımız bir türlü düzelmeyince borçlar da ödenemedi.
Bu defa bankalar, kendilerine borcu olan çiftçileri icraya taşıdılar ve mallarını haczetmeye başladılar.
Türkiye’nin toplam tarım bütçesi 4 milyar 950 milyon lira civarındadır. Oysa çiftçinin kullandığı kredi miktarı 13,5 milyar liraya ulaşmıştır. Kredilerin sadece 6,5 milyar lirası Ziraat Bankası’na ait, geri kalanı ise yabancıların elindeki özel bankalara olan çiftçi borçlarından oluşuyor.
Tarım arazilerine el koyan bu özel yabancı bankaların neredeyse tamamı, Amerikan Yahudi Rotschild ailesine, bir kısmı ise Ege’li çiftçilerin kredi aldığı ve sahiplerinin de Yunanlılar olduğu Finansbank’a aittir.
Haciz tehdidiyle karşı karşıya kalan çiftçinin yabancı bankalara olan borcu, 7 milyar liraya ulaşmış olup borcunu ödeyemeyen üreticinin toprağı elinden çıkmaya başladı.
ZİRAAT ODALARI NE YAPAR
Özellikle Konya ovasında geçen dönemde yaşanan kuraklık ve girdi maliyetlerinin artması nedeniyle, bu bölgede tarımla uğraşan vatandaşlar, banka borçlarını ödeyememe tehlikesi ile karşı karşıya kaldılar.
Konya Ovası’ndaki arazilerin bir bölümünün yabancı bankaların ipoteği altına girdiğini, Doğu Anadolu’daki çiftçilerin de aynı tehlikeyle karşı karşıya olduğunu söylemeye gerek yoktur.
AKP iktidarının 2007–2008 yıllarında çiftçinin kredi borcunu ertelediğini belirten Konya Selçuklu Ziraat Odası Başkanı Faruk Çöklü;
“Hükümet, çiftçinin borçlarını erteledi ama faizli olarak erteledi. Çiftçimiz faizleri ödeyemedi. Borçları daha da arttı. 2009 yılında çiftçimizin hasadı ne kadar iyi olursa olsun borçlara faiz işlediği için çiftçilerin bu borç batağından kurtulmaları imkânsız görünmektedir” dedi.
Ziraat Odaları Başkanı Bayraktar ise çiftçinin borçlanmadığı özel banka kalmadığını söyleyerek, buna bir an önce çare bulunmasını istedi. Üreticilerin gübre ve tohum bayilerine, tefecilere bile borçlandığını belirten Bayraktar;
“Bu şunu gösteriyor, üreticilerimiz para kazanarak değil borçlanarak üretim yapmaya devam ediyor. Şimdi bu borçlar nasıl ödenecek? Borçlardan dolayı üretici bir çıkmaz içine girdi. Açık söylüyorum, bu çıkmazdan da bir çıkış yolu gözükmüyor” dedi.
BAŞKA VATAN YOK
Yabancılar ülkemizden satın aldıkları veya icra yolu ile ele geçirdikleri “arazileri alıp da götürmüyorlar” bu doğru ama bir doğru daha vardır ki “Filistin topraklarını Yahudiler de böyle satın almış, onları yanlarında alıp götürmemişlerdi!” Sonra ne oldu?
Beyler! Siz bu vatandan başka vatan var mı zannediyorsunuz? Üç kuruşluk kredi alacağız diyerek IMF reçetelerini uygulamaya kalkarsanız, bu milleti uçurumdan aşağıya atmış olursunuz. Hâlbuki o sizleri kendinden bir parça olarak görüyor ve dikkat ederseniz seçimlerde oyunu hep sizde topluyor, görmüyor musunuz?
Siz ise seçimlerden önce “IMF’ye ümüğümüzü sıktırmayız” diyeceksiniz. Seçimler geçince “G–20 zirvesinde IMF ile görüşeceğinizi ve anlaşma yapabileceğinizi…” ifade edeceksiniz. Üç bakanınız IMF ile anlaşılabileceğini söyleyecek.
Şunu kesinlikle aklınızdan çıkarmayın. IMF’nin uzun vadede size sunduğu bu acı reçetelerle bizi “Büyük İsrail için yumuşak lokma yapmaktadır” hâlâ anlamıyor muyuz?