Gidenlerin gidemeyenlerin hep hayallerini süsler, hüzün basar, yüreği sızlar, araya vuslat girer lakin zamanı gelmeyince çağrılınmayınca insanoğlu yerinden bir yere kımıldayamaz.
“Rabbim nasip etse gitsem, Beytullah’ı tavaf etsem, Hacer-ül Esved’i öpsem…!” diye devam eden bu güzel ilahinin sözlerini hep dinlediğimizde içimize bir sevinç, bir burukluk, bir hüzün bir coşku hali yerleşir.
Eskişehir-İstanbul dönüş yolculuğunda, güneşin o Bismillahirrahmanirrahim doğ ve bat ilahi emri üzere aşk ile görevini bitirip batmaya doğru yöneldiğinde, ikindi namazını eda etmek için mola yerlerinden birinde durduk. Nur üstüne nur alalım kabilinden ki, bu nur hiçbir daim eksik olmasın üzerimizden diyerek. İçeri girdiğimizde arkamızdan dört kişi daha geldi, hallerinden hepsinin de Aşık-ı didar-i pak ehli oldukları belliydi. Amma lakin…! deriz ya; bu Aşık-ı didar-i pak yüzlü insanlar kimlerdi?.
Gönül hanemin kadim dostu, aşk ehli, Muhabbetullahından istifade ettiğim yol arkadaşımın o huzurlu ve sakin abdest alışından o kadar çok etkilenmişler ki aralarından birisi oracıkta arkadaşıma yönelip, Ebu Hattabın oğlu olan Hazreti Ömer’in o güzel manidar sözünü söyleyiverdi.
“Yarabbi namaz kılan yaşlıyı severim, ama namaz kılan gence aşığım.”
Deyince, benimle birlikte yoldaşlık eden kardeşim bu tevazu gösteren kişiye dönüp teşekkür ederek Hazreti Osman efendimiz misali bir aşk ehline yakışır şekilde tebessüm etti. Arkasında benim olduğumu fark edemeyen Aşık-ı didar’ı pak yüzlü kardeşime; dayanamayıp kendisine şu sözü söyleyiverdim.
“Madem öyle ise şu aradaki aşkı kaldır da yüz yüze görüşelim”
Büyük bir sevinç ve muhabbetle konuştuğumuz Allah dostları bir anda geriye dönerek “Ver ellerini o zaman bak gözlerimize, bu eller Kâbe’ye, Medine’ye el sürdü, bu gözler Kâbe’yi, Mescidi Nebeviyi gördü. Yeni döndük oralardan döner dönmez tekrar yeniden niyetlendik oraları görmeyi. Duam odur ki sizlerde bir an önce oralara gider o duyguları yaşarsınız. Rabbim Medine’yi Kabe’yi görmeyi sizlere de nasip etsin.
O gün bizim için duaların en güzeliydi. Nede olsa yolda yolcunun duasını almak ayrı bir fazilettir. Bu şekilde dua eden temiz ağızlı, temiz kalpli insanlar olduğu sürece yeryüzünden rahmet hiçbir zaman eksik olmayacaktır inşallah. Hislerimde yanılmamıştım bu hak aşığı dört arkadaş özel günlerde ilahi söyleyen tasavvuf ehli dört Aşık-ı didar-i pakyüzlü olanMusikişinaslardı.
Kendilerini tanıyan insanlar nerede olursa olsun hemen ilahi söylemelerini isterlermiş. O güzelim cennet bülbülü seslerinden mütevelli.
Hatta umreye uçakla giderken kimsenin talebi olmadan “Varamadım Kâbe’ye” ilahisini söylemek istemişler, kafile başı izin vermeyince de çok müteessir olduklarını anlatmışlardı. Uçağımız Cidde ye varıp oradan Kabe’ye, oradan gönüllerin sultanının bulunduğu Medine’yi Münevvere yollarına doğru revan olunca, kafile başkanı mahzunluğumuzu anlamış olacak ki, gönlümüzü almak için bana dönerek “Hadi bakalım Musikisinast kardeşler uçakta söyleyelim dediğiniz ilahiyi söyleyin de dinleyelim, ruhumuz huzur bulsun” dediğinde, kendisine şunu söyledim;
“Kusara bakmayınız vardık Kabe’ye, Gönüllerin Mevla’sıyla buluştuğu yerdeyizo ilahi artık söylenmez“ diyerek bu isteği geri çevirdik.
Yinede gönüllerini kırmamak maksadıyla, O mübarek topraklara varınca gönül coşkusuyla Edeb’en söylenmesi gereken ilahilere Bismillah…! diyerek başladık.
*Kabe’nin örtüsü yeşil Allah,/ Gün doğmadan ışır Allah,/ Hepimizi Kabe’ne çağır Allah,
*Yeşil kubbe görünüyor / Kervan nura bürünüyor,…!
Muhabbet dolu ilahi sözlerini söyleyerek huzuru Muhabbetullaha nasıl ulaştıklarını büyük bir heyecanla anlatmıştı. Ne diyelim bu yolda gayret bizden, yardım Yüceler Yücesinden.
Nice yollarda nice Musikişinaslarla karşılaşmak dileğiyle, El – Fatiha