Eski çağlardan beri süregelen
“madde ci ide ci ve ruh çu felsefi ekollerin” temcit pilavı gibi soğudukça ısıtılarak yeniden gündeme getirilmesi ve de İSLAM ın öz değerler sistemi olan İTİKADİ temellerinin ve SOSYAL alanlardaki ahlaki ve hukuki evrensel ilkelerinin, sapla samanı karıştırmak sureti ile sözüm ona akademik ve de bilimsel bir tartışma konusu yapılması bir körlük değilse kötü bir niyettir.
Her şeyden önce şu kesin gerçeği ifade etmemiz gerekir ki
İSLAM hem hayat ve kainat gerçeğinin izahında temel itikadi kaideler ve doktriner ilkeler ortaya koymuş ve hem de insan ve toplum gerçeği ile ve sosyal düzenle alakalı olarak içtimai iktisadi siyasal ve de bilimsel alanlarda hem taabbudi hem ahlaki ve hem hukuki ve hem de ilimlere varlık ve bilgi alanında metodik ilkeler vaz ederek İNSAN önüne yepyeni bir hayat tarzı ile bir yaşama biçimi ortaya koymuştur.
DİN AYRI İlim hukuk siyaset iktisat sosyoloji ayrı diyerek parçacı ve indirgemeci bir yöntem ile Protestan bir anlayışla eşdeğer göstermek İSLAM I ferdin sadece iman ilişkisi olarak tanımlamak, toplum hayatından hayat tarzından ve ilimlerin metodolojik alanlarından dışlamak kelimenin tam anlamı ile İDEOLOJİK bir RED ve İNKÂR anlayışıdır.
İdeolojilerin DİN yerine ikame edildiği ve de ilimlere metot ve insanlara bir hayat tarzı olarak dayatıldığı rasyonalist pozitivist ve de sofist akımların revaçta olduğu bu retçi inkarcı batıni süreçleri BATI medeniyeti nin bir istilası olarak tanımlamamız gerektiğinin altını çok kesin kalın ve kırmızı çizgilerle defaatle çizilmesi gerektiğine inanmaktayız.
Burada kısa bir BATI düşüncesinin İNSANI modern bir kılıf içinde tanımlamalarına dikkat çekmemiz kaçınılmaz hale gelmiş bulunuyor.
19 yüzyıl batı nın üç büyük düşünürü DİN yerine geçecek üç temel felsefi ideoloji üretmiştir.
Marks: İnsanı SERMAYE ile tarif ederek madde ile eşitlemiş
Froyd: İnsanı LİBİDO ile tarif ederek şehvet ile eşitlemiş
Darvin: İnsanı HAYVAN ile tarif ederek maymun ile eşitlemiştir.
BATI düşüncesi bu eşitlemelerden yeni bir İNSAN tanımlaması yapmıştır. “İnsan homo ekonomi kustur” kısaca insan EKONOMİK bir HAYVANDIR.
İlk olarak İNSAN hayvan ile eşitlendiğinde tüketilmesi kullanılması ve de alınıp satılması gereken bir METAG haline indirgeniyor ve neticede saf ve güçlü IRK yetiştirmek için insan hayvan çiftlikleri kuruluyor.
İkinci olarak İNSAN libido ile eşitlendiğinde kadın ve erkek TEŞHİR ediliyor ve üzerinden fuhuş sektörleri kurumlaştırılarak en büyük sermaye kazancı aparatı haline getiriliyor çıplak insan kampları kuruluyor
Üçüncü olarak İNSAN sermaye ile eşitlendiğinde ise makinanın dişlilerinin bir parçası haline getiriliyor. Fabrikalarda ve kolhozlarda köleleştiriliyor
Her üç ideolojide İNSAN birbirini köleleştiriyor ve birbirinin kurdu oluyor.
ÇÜNKÜ: İnsan denilen varlık fizyolojik yapısı itibariyle diğer canlılarla ortak yönleri vardır. Ancak her canlı kendi TÜRÜNDE doğar gelişir çoğalır ve hayatta kalma mücadelesi verir.
İNSAN ise diğer canlı varlık türlerinden ap ayrı bir varlıktır. Bu ayrıcalığı ise onun RUH nefyedilmiş bir varlık oluşundan ve de AKLİ melekeleri üzerine sorumluluk yüklenmiş olduğundandır. RUH un fonksiyonları ahlak maneviyat ve de şuur temelinde açıklanır.
Ahlak: insanın utanma arlanma haya ve saygı dediğimiz fıtri duygularının kaynağıdır.
Maneviyat: insanın sevgi merhamet şefkat vicdan dediğimiz fıtri duygularının kaynağıdır
Şuur: insanın düşünce irade karar idrak akıl dediğimiz fıtri melekelerinin kaynağıdır.
İŞTE yukarıda ifade etmeye çalıştığımız bu temel sapkın tanımlamalar dir ki
İSLAM “sosyal darvinizmi” “homo ekonomist” “libido” “madde” “saf ırk” gibi İNSANI “komün kapital libido ve üstün ırk” kavramları üzerinden RUHİ varlık olan insan tanımlamalarını bu nedenlerle reddetmektedir.
Şimdi gelelim “evrim teorisinin” İNANÇ üzerinden tartışılmasına
İnanmamanın da “inkarın da” bir İMAN olgusu olduğunun vurgusunu yapmaktan geçemiyoruz. Yer yüzünde şu kadar “ateist” bir istatistik var diyerek sanki o ateist insanların bir inancı yokmuş gibi düşünmek ve davranmak ne kadar bir körlük ne kadar bir aymazlık ne kadar bir bedbahtlıktır.
İNSAN inanan düşünen hisseden şuurlu bir varlıktır. Bu yönü ile neye inanıyor olursa olsun ya da neye inanmıyor olursa olsun İNKAR ya da İMAN konusunda şuurlu bir iradenin ihtiyari yolcusudur.
İMAN ve İNKAR konusunda
Ya madde ve türevlerini ya ide ve türevlerini ya da ruh ve türevlerini “tanrılaştırmak” bu pagan yolunu ısrarlı bir şekilde ideolojik bir tercihle dayatmak ve de YARATMA fiili olan fıtrat ın İNKAR edilmesi ile “Vacibul vücut kadiri mutlak olan ALLAH I reddetmek” ne bilime nede bilimsel düşünceye ve ne de bilimsel yöntemlere uygun bir duygu düşünce ve hareket biçimi değildir.
Her şeyden önce İLMİN yöntemi NESNELER arasındaki ilişkinin nasıl sorusunu sorarak cevabını aramaktır. Ancak GAYP âleminin hakikatleri olan niçin sorularının cevabını aramak ta ilahiyatın konusudur. Bu iki alanın yöntemlerini birbiri ile karıştırmadan ve de bütünlük ilişkisini de bozmadan bütüncü bir değerlendirme yapmak en hakikatli bir yol olsa gerektir.
Madde ve canlı varlığın türevlerini “tanrılaştırmak” ne kadar insan aklına duygu ve düşüncesine şuur ve idrakine TERS bir ilişki ise “yaratma fiilini” yok sayarak “ulûhiyet ve rububiyet” akidesini inkar etmekte ondan çok daha kötü çirkin bir akıl ve duyu körlüğüdür ideolojik bir saplantıdır demekteyiz.
EVRİM teorisi denilen hipoteze geldiğimizde:
İlimlere konu teşkil eden madde ve canlı varlık insan aklının ve de duyularının öngördüğü bir takım hipotezlerle ve de alanın gerektirdiği yöntemlerle incelenmeye başlanır. Varlığı anlama ve keşfetmede bir takım teoriler öngörülerek ve prensipler geliştirilerek varlığın mutlak gerçeklik ifade etmeyen değişken yasaları saptanır. Buna ilmin gelişme ilerleme yöntemi ve süreçleri demekteyiz.
İlmin hiçbir alandaki çabası İNSAN aklının ve de duyularının geliştirdiği yöntemler ve de ortaya koyduğu hipotezler yaptığı keşifler ortaya koyduğu yasalar ne bir İMAN ve İNKAR konusudur ve ne de toplumsal bir iktisadi içtimai sosyolojik alanlardaki ahlaki ve hukuki ilkelerdir. İlimin ve ilim adamlarının madde ve canlı varlığın FITRATI ile alakalı konularındaki araştırmaları gözlemleri deneyleri varlığın fıtri yasalarından öte hiçbir manevi ve ahlaki kıymeti harbiyesi yoktur.
Demek istiyoruz ki ilmin yaptığı keşifler ortaya koyduğu tez antitez ve sentezler gözlem ve deneyler bir İMAN bir İNKAR ve bir AHLAK ve HUKUK konusu değildir olamaz da.
İlimlerin konuları olan madde ve de canlı varlığı ya da ilimlerin yöntemlerinin kaynağı vasıtası olan akıl ve melekelerini duyu ve melekelerini bir İMAN konusu yapıp TANRISAL nitelik kazandırılması eski çağlardan beri süregelen mümkün olan hadis varlığın PAGANİST bir anlayışla ilahlaştırılmasından başka bir düşünce ve eylem biçimi değildir.
BEN burada EVRİM konusunu kendi alanındaki yöntem ve delilleriyle tartışacak değilim. Bu konuyu kendi alanında uzman olan bilim adamlarının tartışması çok daha yerinde olacaktır.
İlmin hiçbir çabası İSLAM ın fıtri yasaları ile çelişmez. Sünnetullah denilen bu fiili yasaları da İSLAM ın vahiy ve Risalet dediğimiz evrensel ilke ve pratiği ile de asla çelişmez.
ANCAK Biyoloji ilminin konusu olarak EVRİM nazariyesini ya da faraziyesini bir ”AMENTÜ” konusu yapıp KUR AN metinleri üzerinden tartışma konusu yaparak İMAN ya da İNKAR karşıt saflarını oluşturmak abesle iştigal siyasal bir konu olmaktadır.
Amacı: Yarım asır önce Marksist felsefeye inananlar ile İslam ın yaratılışına inananlar arasında bir kavga konusu fiili bir çatışma pozisyonu haline getirerek geçmişte olduğu gibi böylesi bir algı yönetimi ile oluşturulan karşıtlıktan oy devşirmek amacı ile istifade edilmek istenen siyasi bir konudan ibarettir.
Her konu kendi alanında ve de kendi yöntemleri ve delilleri ile tartışılır ya da hesaplaşılır. Böyle yapılmadan sapla samanı karıştırmak suretiyle hem ESKİ köhnemiş kadim dünyanın sakat ve batıl felsefi tartışmalarını yeniden gündeme getirerek yeni MÜFREDAT üzerinden kurgulamak bir EĞİTİM sakatlığından başkaca da bir anlama gelmemektedir.
Her şeyden evvel EĞİTİM konusu
Batılı dünya görüşlerinin sakat doktriner temellerinin metodolojik tasallutundan kurtarılarak kendi değerler sistemimizin varlık ve bilgi yöntemlerimiz üzerinden yeniden tanımlanarak özgün bir MÜFREDAT programları ortaya koymak elbette ki hazırlanması kaçınılmaz bir gereklilik olarak sele serpe orta yerde savrulmuş olarak yatmaktadır.
Gelişmeye büyümeye namzet çok dinamik bir İSLAM toplumu olarak böyle köklü bir EĞİTİM müfredat çalışması yapmak beşeri sermayemizin kalitesinin temelinde yatan ana gerçekliktir ve de olmazsa olmaz bir temel çalışmadır.
İçinde yaşadığımız şu küçücük dünyamızda daha nice fizik metafizik ve sosyolojik gerçekliklerin ilmi keşiflerinin yapılması kaçınılmaz olarak karşımızda duruyor iken, İSLAM toplumlarının bilgi teknoloji ve sermaye birikimi ile beşeri sermayesini yükselterek sömürü tuzaklarından kurtulabilmesi gerekiyor iken
Hele İslam topluluklarının gözü kulağı umudu beklentisi TÜRKİYE modeli üzerinde yoğunlaşarak odaklaştığı bir dönemde böylesi bir eğitim karmaşasına sürüklenmek kimin kimlerin ne gibi siyasal hesaplarına oturmaktadır acaba.
“DARVİN” nazariyesi diye bilinen evrim TEORİLERİNİ bir iman ve İSLAM konusu olarak tartışma konusu yapılmasına fırsat teşkil edecek zeminlerde bir müfredat programı hazırlamak ne derecede köklü bir EĞİTİM çalışması olmaktadır anlamakta çok zorluk çekiyoruz.
Ne yazıktır ki eğitim camiamız
Orta ve yükseköğretim olarak bütçemizin en büyük masraf kalemini hem kemiyet ve hem de kurumlar olarak ağırlığını teşkil ederken eğitim politikalarımız eğitimin KEYFİYET konusu olan DÜNYEVİ ilimlerde ne derecede zafiyet içinde olduğu gerçekliğini sürekli olarak gözden ırak tutarak fırsatlar kaçırılmakta ve maalesef köklü bir çözüm yolu da özgün ve evrensel bir MODEL üzerinden ortaya konulamamaktadır.
Vesselam