Yalovalı Eylül, cennete uçtu!

Tarık Sezai Karatepe

 

Daha dünyaya gelmeden, nakışlı pembe patiklerin, eldivenin, mendilin… özenle kondu, gül kokulu bebek çantana..

Zıbın takımın, pudran, her bir şeyin hazırdı; gün sayıyordu, anan baban, kardeşlerin..

Sen doğunca, güller açtı, annenin yüzünde… Uzun yol şoförü baban, kapıda dokuz doğuruyordu. Mutlu haberini aldı, yere göğe sığmıyordu…

Saatler sonra babanın kucağındaydın. Alnına ve yüzüne bir öpücük kondurdu: “Adı Eylül olsun!”

Güz esintisi yağmur getirsin, dereler dolsun taşsın, huzurla yıkansın yüzler, sen de su gibi aziz olasın, diye..

‘Ömrün uzun, düğünün güzün olsun!’ temennileri hafif bir gülümseme getirdi.

Mahallenin hocası, Tevhid okudu, kulağına… “Ezanla büyü!” diye.

Konu komşu seni gördüler, bir daha bir daha gördüler. Bakmaya kıyamıyorlardı.

Kırk’ın çıkınca mevlid okuttular, zaman ne de çabuk geçiyordu.

Örümcek aldılar, sana. Düşüp de bir yerini incitmeyesin, niyetine. Zaten su gibiydi, kemiklerin.

Şekere çikolataya ne de meraklıydın. Elin yüzün, ne yediğini anlatıyordu, zaten.

Ayaklanınca ele avuca sığmaz oldun. Çocuk sesleri seni sokağa çekiyordu.

Gecekondu semtinde bir varoş çocuğuydun. ‘Getto’  derdi, Batılı. Varlıklıya göre banal’din.

Sabahtan akşama kadar, bir araç ya geçer ya geçmezdi. O sebepten, anan baban güvenle salardı, sokağa.

Çocuk cennetti, çocuk barıştı, çocuk candı/heyecandı. Yorulmak nedir bilmezdi, çocuk.

Üşütürdün. Anan, nemli elbiseni çıkarır, kurusunu giydirir; derece’yi başucundan eksik etmezdi.

Allah muhazafaza, 38’i geçti mi yüreği kalkar, sağlık ocağına düşürürdü, seni.

Hemşire iğne vurunca dayanamaz, yüzünü öte tarafa çevirirdi. Ana yüreğiydi, kolay değildi.

Ana sınıfı çağın gelmişti. Anan varken, ana sınıfı da neydi?

Sahurda, anan baban sessizce sofra kurdular; sen mışıl mışıl uyuyordun.

Geç uyanmıştın. “Parka!...” diye tutturdun. Ananın ardından sessizce çıktın, gittin.

Kaydırakta keyfine diyecek yoktu. Etrafında sayısız kere döndün durdun. Olsun, üç saniyelik kaymanın zevkini ancak sen anlardın.

Bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjin vardı.

Bonzai müptelası, şeref yoksunu, cani kılıklı, ayyaş suratlı, tarla faresi yüzlü, megaloman tiynetli, hınzır bakışlı, kahrolası bir çift göz seni izliyordu, uzaktan.

Kaptı götürdü, bir anda.

Bağırmak istedin, ama sesin diyafram boşluğunda hapsoldu; hıçkırıkların, şeytanın çocuğunun murdar ellerinde kısıldı kısıldı…

Hançerende ses seda kalmadı, 1..2..3..4.. 5 yaşındaydın, sadece 5!

Boğazını sıktı, sıktı… Oracıkta cansız yığılıverdin..

Dünyalık sözlerin bu kadardı, sessizce çekildin bu alemden. Cennetin melekleri teslim aldılar seni. Sonsuz bir bahçeye götürdüler.

Hani sevdiğin yiyecekler içecekler vardı ya! En güzeli burada! Hani oyunların vardı ya, koşup koşup terlediğin!

Yorulma yok artık sana, Eylül kadar güzel kız!

Sen bu dünyada değilsin artık!

 Allah’ın Kanunu’nca linci hakeden aşağılık, Gavurun Yasası’yla çıkacak birkaç yıl sonra!

Ve sen, Maide Suresiyle hesap soracaksın, Öte Dünya’da:

“Allah’ın Kanunlarıyla hükmetmeyenler, kafirlerin/zalimlerin/fasıkların ta kendileridir!”

 

Tarık Sezai Karatepe