Dünya çapında birinci ve ikinci dünya savaşlarının ve daha pek çok acı-tatlı mühim olayların cereyan ettiği yirminci asır, insanlık tarihine damgasını vurmuş çok önemli değişimleri içinde barındıran bir yüzyıl olarak tarihe geçmiştir.
Şimdi ise çok daha önemli değişim ve gelişmelere gebe, yirmi birinci asrın on beşinci yılını yaşıyoruz. Yüz senelik zaman dilimini ifade eden asır, insanlık hayatında ciddiyetle ele alınması ve masaya yatırılarak değerlendirilmesi gereken bir zaman dilimidir. Diğer ifadeyle, dönüm noktası diyebileceğimiz köşe taşlarıdır.
Kur’an-ı Kerim’de Asır süresinde Cenab-ı Hakkın asır üzerine yemin etmesi, yüzyıl zarfındaki esrarı ve hikmetleri ihtiva eden önemli hadiseler yüzündendir. Ayrıca Hz.Peygamberimiz: “Allah bu ümmete her yüz yılın başında dinini yenileyecek bir müceddit elbette gönderir.” Buyururken buna işaret etmiş ve asrın önemini vurgulamıştır.
Geçtiğimiz yirminci asrın başında, yüz yıl önce bu günlerde, Birinci Cihan harbinde Çanakkale’de, Sakarya’da Kurtuluş savaşında ve diğer cephelerde, dünyanın büyük devletleri olanca güçleriyle Osmanlı’ya saldırarak istilâ edip yutmak ve yok etmek istemişlerdi. Bu saldırı, haç’ın hilali boğma girişimiydi. İmanlı göğüslerini siper eden kahraman ecdadımız ÇANAKKALE RUHU ile savaşmış, dünyadaki diğer Müslümanlar İslâm Halîfesinin cihad çağrısı üzerine yardıma koşmuşlar, erişilen bu zaferin küllerinden yeni Türk Devleti doğmuştu.
Bugün tam yüz sene sonra, yirmi birinci asrın başlarında korkunç bir ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI başlamış durumdadır. Bu acımasız, sinsi, organize ve çok daha tehlikeli büyük bir soğuk savaştır. Küresel baz’da imanla küfrün savaşı, hak-batıl mücadelesi denebilir. Elbette Hilal ile Haç’ın kavgasında, siyonistler ehli-salibin yanındadır. Birinci dünya savaşında birbiriyle kapışan îtilaf ve ittifak devletleri, şimdi hep beraber aralarındaki düşmanlığı bir tarafa bırakarak, birlik içinde Müslümanlara savaş açmışlar, HAÇLI SEFERLERİ TEKRAR BAŞLAMIŞTIR.
Bugün İslâm’ın güçlü kalesi ve dünya mazlumlarının umut ışığı Türkiyemiz, ilk hedef olarak topyekün iç ve dış düşmanların kuşatması altındadır. Siyasî istikrarımız, ekonomik hamlelerimiz, açıkçası istikbal ve istiklalimiz tehlikededir. Buna karşı duracak olan, dînî ve millî refleks, içimizdeki kukla ajanlar ve satılmış beyinler kanalıyla bastırılmak isteniyor. Kimi dindar kesimler ahmakça istilacı düşmanlarla paralel işbirliği yapıyorlar. Kimi sıkı milliyetçilerin ulusalcılarla elele emperyalizmin değirmenine gafilce su taşıdığını görebiliyoruz.
Böylesi bir muhasara altında çok kritik bir 7 Haziran seçimine yaklaşırken, bazı küçük fikir partilerinin dahî, bir araya gelip, kendi köklerine kezzap suyu dökercesine, millete karşı İTTİFAK kurma gafletine düştüklerine şahit oluyoruz. Umut tacirlerinin cirit attığı ve ortalığın toz duman olduğu bu ortam, tam da bulanık suda balık avlamak isteyen düşmanlarımızın aradığı ortamdır.
Hangi siyasi görüşten olursa olsun,partili-partisiz herkes bilmelidir ki; gün, birlik ve beraberlik günüdür. Farklılıklarımızı bir tarafa bırakarak yekvücut halde istikrarımızı korumak için, milletin ittifak ettiği büyük çatı altında toplanma zamanıdır. Zira bizi sahil-i selamete götüren gemi delinir, su alırsa hepimiz batarız.
"Demokratik seçimler, siyasî yarıştır. Herkes görüşünü özgürce sandığa yansıtmalıdır. Tek partiye mecbur muyuz?" gibi hamaset yapma lüksüne sahip değiliz. Küresel bir ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI sürerken,yok olma tehlikesi karşısında yine yüz sene önceki gibi ÇANAKKALE RUHU ile birlikte omuz omuza savaşmak zorundayız. Siyasî, dînî ve diğer farklı düşüncelerimizi bir tarafa koyarak istikrara destek vermeliyiz.
Fırtınalı bir denizdeki gemi yolcuları, kaptanın ve tayfaların gemiyi salimen iskeleye götürmesini ister ve destekler. Hiç kimse kaptanın ya da tayfaların saçıyla başıyla ve düşünceleriyle meşgul olma lüksüne sahip değildir. Hiç kimse barajı aşamayacak partilere oy verme lüksüne de sahip değildir. Hele ki mukaddesata saygı göstermeyen partilere destek verenler onlarla birlikte gemiyi delerseler, beraber boğulur azaba uğrarlar.