Son günlerde iyice artan fitneler yüzünden, içeride ve dışarıda Müslümanlar birbirinin boğazına sarılarak, gözlerini kırpmadan kardeşlerini yok etmeye çalıştıklarını dehşetle müşahede ediyoruz. Gayri-müslimler farklılıklarını bir tarafa koyarak birbiriyle dostça geçindikleri halde, bizlerin kin ve husumet girdabına sürüklenişimiz gaflet ve cehaletten başka bir şey değildir.
Durumun vahametinin anlaşılması için, İslâm tarihinden bir örnek vermek istiyorum. Şöyle ki:
Mekke’nin fethinden sonraki Huneyn günleriydi. Bir sahâbe müfrezesi civarda geziyor, düşmanın ânî baskınlarına mâni olmaya çalışıyordu. İşte bu sırada müfreze çölde bir atlı ile karşılaştı. Atlı, hemen selâm verdi; onlar da selâmını aldılar. Bu demekti ki; selâm veren Müslüman, alanlar da selâmına mukabele etmekle, aramızda bir düşmanlık yok, “Sen bizden emin ol, korkma” demekti.
Ama buna rağmen müfrezede bulunan Muhallim bin Cessâme okunu çekmiş ve adamı atından düşürerek orada öldürmüştü.
Öldürülen Âmir bin Azbat’ın yakınları da toplanıp, savaş meydanında bir ağacın altında istirahat etmekte olan Resûlüllah Efendimiz’e geldiler. Kısas talebinde bulundular, dediler ki; “Bu Muhallim bin Cessâme nasıl bizim kadınlarımızın ciğerini yakıp, gözlerinden yaşlar akıttıysa, biz de onu öldürmek suretiyle çoluk-çocuğunun gözlerinden yaşlar akıtacağız. Bu bizim hakkımızdır. Muhallim’i bize teslim et” diye ısrar ettiler.
Ancak Muhallim’in lehinde şâhitlik yapanlar da vardı. Mes’ele pek net değildi. Selâm verenin aslında Müslüman olmayan bir düşman savaşçısı olabileceği de söyleniyordu. “Korkudan selâm verdi.” Deniliyordu. Bundan dolayı sevgili Peygamberimiz: “Size diyetini vereyim, kısastan vaz geçin” diyerek ölenin yakınlarını razı etmeye çalışmış, bunda da muvaffak olarak 100 deveye sulhu temin etmişti.
Ama Muhallim için mesele bitmemişti. Çünkü selâm veren bir adamı öldürmüştü. Bu öyle geçiştirilebilecek bir hadise değildi. Dostları telkinde bulundular: “Git Resûlüllah’tan özür dile; senin için Allah’tan af talep etsin, belki kurtulursun.” Dediler. O da huzur-u Peygamber’e gelip yaptığından özür dileyerek, affını istedi. Ama bu suç basit bir şey değildi. Cinayetti. Nitekim Resûlüllah Efendimiz, af isteyen Muhallim’e karşı hiç görülmedik tarzda bir tavır ortaya koyarak şöyle buyurdu:
“Selâm veren adamı nasıl olur da öldürürsün? Sana bu salâhiyeti kim verdi!”
-Muhallim, “Özür dilerim yâ Resûlellah, benim için Allah’tan af dile” diye üç defa yalvardıysa da, Efendimiz (s.a.v.) onu reddederek:
-“Selâm vereni öldüreni Allah affetmesin, çık git buradan!” diye huzurundan kovdu.
Böylece huzurdan uzaklaşan Muhallim bir haftadan fazla yaşamamış, üzüntüsünden ölmüş, yakınları da onu bir mezarlığa defnetmişlerdi. Ne var ki haksız yere adam öldüren Muhallim’i mezar da kabul etmemiş, sabahleyin bakanlar, toprağın onu dışarıya attığını görerek, gelip Resûlüllah’a haber vermişlerdi.
Sevgili Peygamberimiz: “Siz onu gömün” buyurdu. Öyle yaptılar. Gel gör ki, toprak bir türlü kabul etmiyor, gece yine dışarıya atıyordu. Çaresiz kalan yakınları gelip durumu Resûlüllah’a bildirdiklerinde;
“Siz yine onu mezarına gömün; toprak ondan daha kötülerini kabul emiştir, onu da kabul edecektir. Ancak Allah size ders vermek istiyor, mâsum bir adamı öldürmenin Allah indindeki kötülüğünü göstermek için size ibret örneği veriyor. “Sakın haksız yere cana kıymayın, selâm vereni öldürmeyin” demiş oluyor” buyurdu.
İşte İslam Peygamberinden kıyamete kadar hepimize ibret olacak bir ders, hem de beynimize nakş edeceğimiz bir ibret levhası. Tanımadığı için selâm veren bir şüpheliyi öldüreni toprak kabul etmezse, ibadetine şahit olduğu bir Müslümanı öldüreni toprak kabul eder mi? Özellikle ibadetini ve hizmetlerini gördüğü bir kardeşini boğmak isteyeni ne toprak kabul eder, ne de Allah ve Resûlü ile Allah dostları kabul eder.
Bugün maal-esef, 14 asır önceki Muhallim’den daha gaddar ve “vur” deyince öldürmeye hazır fanatik cühela takımı var. Bunlar din ve vatan düşmanlarını bırakmış, farklı mezhep ve meşrepteki din kardeşlerini ezmek için hazır beklemektedirler. Bunlar tâgutların ve şeytanların askerleridir. Mevlâ ümmet-i Muhammed’i şerlerinden muhafaza buyursun.