Araştırmacı Tarhan Erdem'in 'Gündelik Yaşamda Din, Laiklik ve Türban Araştırması' geçen haftanın gündemine damgasını vurdu. Tarhan Erdem"in araştırmasından çıkan sonuca göre milletimizin çoğunluğu kendini dindar olarak ifade etmektedir.
Araştırmaya göre, Türk toplumu dindar, inançlı ve muhafazakâr bir toplumdur. Araştırma sonuçlarında, toplumun % 52,8'i dindar, % 34,3'ü inançlı, % 9,7'si sofu % 2,3'ü inançsız, % 0,9'u ateist olarak vasıflandırılmıştır. Demek ki, toplumun çok büyük ekseriyeti dindar ve inançlıdır.
Zaten büyük bir çoğunluğu müslüman olan bir toplumda din ve dindarlık üzerine yapılan araştırmanın sonucunun bu şekilde çıkacağını normal olarak görmek lazımdır diyebiliriz. Ancak gözden kaçırılmaması gereken bir husus vardır.
Özellikle modernleşme olgusuyla beraber tüm toplumların yaşadıkları süreçleri incelersek geldiğimiz noktayı daha iyi anlayabiliriz. Özellikle Batı düşüncesinde ortaçağdan sonraki gelişmeleri iyi incelemek gerekmektedir.
Batı"da felsefi bir meslek olarak ortaya çıkan ve yeni anlamlar kazanarak varlığını devam ettiren materyalist düşünceler en çok dini ve değerleri hedef almıştır. Birtakım bilimsel görüşlerle de desteklenen bu görüşler sayesinde din adeta dışlanmıştır. Bilimin gelişmesiyle dinin ortadan kalkacağı tezi zihinlere işlenmiştir.
II. Meşrutiyetin ilanından sonra bu materyalist görüşler ülkemize girmiş ve değişik kesimlerde etkileri hızla görülmeye başlamıştır. Cumhuriyet döneminde de çeşitli akımlar ve kişiler tarafından temsil edilmiş ve toplumda önemli etkiler bırakmıştır.
Sistemli bir ürün olarak Batı düşüncesi tarafından ortaya konulan bu din ve maneviyat karşıtı sistem, Batı"da hem bir felsefe hem bir siyasi anlayış hem de bir medeniyet projesi olarak ele alınmış, aynı zamanda eğitim ve bilimle de iç içe olmuştur. Batı düşüncesine yaklaşarak ilerlemek, bu düşüncenin yol ve yöntemlerini kullanarak çağdaşlaşmak, batılılaşmak, medenileşmek, bilimsel olmak, hatta demokratikleşmek arzusunda olan her ülke, ister istemez bu düşünceyle karşılaşmak zorunda kalmış ve etkilenmiştir. Bu süreçte toplumların dini ve manevi dinamikleri zaafa uğramış ve yaşanan süreçte din toplumda etkisini yitirmiştir.
Şimdi ise süreç tersine ilerlemektedir. İnsanlar fıtratlarıyla buluşmaktadırlar. Servet ve lüks peşinde koşmaktan yorgun düşen modern insan, kaybettiği imanı ve ideali aramaya başlamıştır.
Unutulmamalıdır ki din derin bir duygu ve manevi bir dayanak olarak insanoğlu ile beraber var olmuştur. İlk medeniyet eserleri ve düşünceler, hep dini inançlardan doğmuştur. Hukuk, ahlak ve siyaset, hatta teknik ve sanat bile ortaya çıkıp gelişmesini dini duygu ve düşüncelere borçludur. Bütün bu kurumlar, başlangıçta din sayesinde meydana gelmiş ve din ile omuz omuza vererek ilerlemiştir.
Tüm bozma ve yok etme çabalarına rağmen dinlerin bu kadar uzun ömürlü ve kalıcı olmasının sebebi de onların hakikatten başka bir şey olmayışlarından kaynaklanmaktadır.
Dün olduğu gibi bugün de, dünyaya yön veren ve idare eden güçlerin başında din gelmektedir.
Din, yapısı ve görünümü itibariyle toplumsaldır. Dolayısıyla toplum gerçeğinden ayrılmayan bir unsurdur. Dikkatli bir şekilde bakılırsa dinin toplum hayatında daha çok yer etmeye başlaması iddiaların aksine dinin siyasallaşmasından değil, Taha Akyol"un ifadesiyle söyleyecek olursak dinin sosyalleşmesinden kaynaklanan bir durumdur. Tarhan Erdem"in araştırması da var olan bu gerçeğin rakamlarla ifade edilmesidir.