Kutlu mevsim ramazan-ı şerif ayında mânevî revizyon için; dünü, bugünü ve yarınımızı düşünerek gözden geçirmek gerekmektedir. Bu sebeple TEFEKKÜR konusunu işlemeye karar verdim. Çok ciddî ve önemli olan bu düşünce deryasında yüzerek kulaç atmak için, irfan pınarlarında yıkanmış temiz dimağların ve ârızasız (selim) akılların çalışması gerekir. Çünkü aklı-fikri ipotek edilmiş mecnunların tefekkür imkânı yoktur.
Bilindiği üzere; kâinatta hiçbir varlık başıboş, sebepsiz ve gayesiz değildir. O halde bu kadar mükemmel biçimde, esrar ve mu’cizeler ile dolu yaratılmış EŞREF-İ MAHLÛK insan; acaba fikirsiz ve başıboş olabilir mi? Hem de aklını kullanmayarak güdülmeye tâbi sürü olabilir mi?
İşte bütün bu soruların cevabını bulmak üzere, bizden başka hiçbir canlıya bahşedilmeyen aklımızı kullanarak, beynimizin sınırsız hafıza gücünü imanla aydınlatarak derin tefekküre dalmak zorundayız.
Kur’ân-ı Kerim’de sıkça tekrar edilen ikazlardan biri, “Aklınızı kullanmıyor musunuz?” mealindeki “Efelâ tâ’kılûn” bir diğeri de “Siz hiç düşünmez misiniz?” mealindeki “Efelâ tetefekkerûn” hitaplarıdır.
Geçmiş İslam büyükleri ecdadımız; akla, fikre, ilim ve tefekküre verdikleri önem yüzünden, her alanda diğer milletleri geçmek suretiyle fütuhat ve başarılar elde etmişlerdir. Sayısız mütefekkirler, müçtehitler, mezhep imamları ve tüm üstazlar, ilim-irfan ve irşat yolunda gece gündüz çalışmış, dünyayı aydınlatmışlardır.
Hz.Peygamberimiz (s.a.v.) Ebu’d-Derda’ya (r.a.) “Aklını artır ki, Allah’a yaklaşasın” buyurdu. Zira akıl insana bahşedilen en büyük ve en değerli nimettir. Akıl sayesinde insan yücelir ve ma’rifetullah derecesine yükselir. Böylece dünyevî ve uhrevî saadete erişebilir. Akıl o kadar değerlidir ki, ıssız bir adada hiçbir kitap ve peygamberden haberi olmadan yaşayan yalnız bir kişi bile onunla yüce yaratıcısını bulabilir. Yani eserlere bakarak müessiri bulmakla mükelleftir. Şairin dediği gibi:
Varlığın bilmeye ne hacet kürre-i âlem ile.
Yeter ispatına halk ettiğin bir zerre bile.
Allah’ın zatı üzerinde düşünmek ve onu aklımızın çerçevesine sığdırmaya ve tartmaya çalışmak doğru değildir. Hz.Peygamberimiz bu konuyu tartışan ashabına hitaben: “Allah’ın yarattıkları üzerinde düşünün, Fakat zatı hakkında sakın düşünmeyin. İdrakiniz yetmez.” Buyurmuştur.
İDRÂKİ MEÂLİ BU AKLA GEREKMEZ.
ZİRA BU TERAZİ BU KADAR SIKLETİ ÇEKMEZ.
Uzay çok büyük olmasına rağmen sınırsız değildir. Galaksimiz, güneş sistemi, dünyamız, ay, yıldızlar ve binlerce gezegen göklerin ve yerlerin hepsi Allah tarafından yaratılmış olup, belirli eksenler üzerinde hareket halindedirler. Hepsi de Allah’ı Hamd ederek tesbih ederler. Fakat biz onların tesbihatını anlayamayız.
Evrendeki bütün varlıkların evveli ve sonu vardır. Ezelî ve ebedî olan sadece Hz.Allah’tır. Yaratılmış her şey günü vakti saati gelince helak olacaktır.
Bizi yoktan var ederek insan olarak yaratan, hayat veren, sayısız nimetlerle donatan ve en önemlisi İslam ile şereflendiren Hz.Allah’ı tefekkür edip, teşekkür etmeliyiz. Onun verdiği nimetlerin çeşitlerini saymak isteseniz, ömrünüz boyunca sayamazsınız.
Var oluş konusunda patlama teorilerine bakmayın. Olmayan bir şey nasıl patlar? Olan bir şey ise yaratılmamış olur mu? Varlıklar âlemini milimetrik bir denge içinde yaratıp yöneten ilâhi kudreti görmemek için akılsız olmak lazım.
Bu hayat nizamının fani olduğunu ve bir gün sonu geleceğini de kabul etmeliyiz. Yani âhiret vardır. Bir ömür boyu beyin hafızamıza kaydedilen bilgiler (amel defterleri) önümüze konulacaktır. İşlediğimiz iyi veya kötü her şeyi apaçık göreceğiz. Ağzımız mühürlenip inkâr edemeyecek, ellerimiz konuşacak, ayaklarımız şahitlik yapacaktır.
Şimdiden hayatımızın muhasebesini iyi yaparak kibir, riya, haset, cimrilik, aşırı hırs, azgın şehvet ve benzeri mânevî hastalıklardan arınmak üzere tövbe etmeli, tam bir ihlas ve sadâkatle ibadetlere devam etmelidir.
Akıllı insan, doğum ve ölüm denilen iki karanlığın arasındaki kısacık hayatın zevklerine kapılmadan, ebedi hayata hazırlanan kişidir.