TARİHİN ÖZNESİ OLMAK

Emrullah KILIÇ

 

Bir medeniyetin kendi özgün değerlerini üretebilmesi, kendi toprağında ve kendi iklimiyle yakından ilişkilidir.

Gücünü ve dinamiğini elde ederken kendi kaynaklarından beslenmesi gerekmektedir. Böylece medeniyetin kendi söylemleri oluşacak, kendi yaşam modalitesi gelişecektir.

Düşünce özgün olduğu zaman medeniyette özgün olacak. Başka coğrafyalardan elbette fikirler alınacak, başka kültürel iklimler teneffüs edilecek. Ancak düşünce ve fikirler kendi toprağında yurtlanacak. İşte o zaman zamana ve mekâna dair iddialarımız olacak.

Yüksek bir kültür ortaya koymak için öncelikle gerçek ihtiyaçların ne olduğundan yola çıkılacaktır. Çünkü hiçbir medeniyet doğal bölgesinin içinde bulunduğu koşulları ihmal edemez. Bunu ihlal etmek organizmayı bozmaktır. Organizma bozulursa bilim, sanat ve ekonomik sahalardaki büyük başarılar bile çürümeyi önlemekle güçsüz kalırlar.

Her medeniyet tarih içersinde başka medeniyetlerle yüzleşir. Bu yüzleşmeden etkilenmeler meydana gelir. Kendi medeniyetimiz açısından ele aldığımızda Sadece Türk toplumu olarak değil, bütün Müslüman toplumlar olarak tarihteki üçüncü büyük yüzleşmeyi yaşıyoruz. Mustafa Özel’in tespitinden yola çıkarak bu yüzleşmeleri durumu şöyle izah edebiliriz.

           

            1. Birinci yüzleşme bundan 1200–1300 yıl kadar önce, klasik Yunan ve İran medeniyetleriyle yüzleşmemizdi. İslam toplumu evrilirken, iki köklü düşünce, sanat ve yönetim geleneğiyle karşı karşıya geldi. Bu yüzleşmeden, insanlık tarihinde kendine özgü, farklı bir düşünür tipi olan ÂLİM çıktı.   Müslüman bireyin hem ontolojik güvenliğini sağlayan; hem de ona örgütlü siyasî toplum (devlet) karşısında özgürlük alanı açan, mücadeleci-düşünürdür.

           

2. İkinci yüzleşme, yükselen Batı medeniyetinin en ürettiği emperyalizm ile yüzleşmemiz oldu. Âlim yerini münevvere bıraktı. Münevver, aydınlanan.  Münevver, kendi aklını değil, Avrupalının yani bir başkasının, kendinden üstün gördüğü bir insanın aklını kullanmayı aydınlanma sandı. Ne pahasına olursa olsun bu akıl ve ürettiği tüm değerler alınmalıydı.

           

3. Şimdi üçüncü yüzleşme karşı karşıyayız. Batı medeniyeti derin bir kriz içindedir. Teknolojik devrimler ne bireyi özgürleştirdi; ne toplumların güvenliğini sağladı. İnsanlık tarihinin en yıkıcı savaşları 20. yüzyılda gerçekleşti. 21. yüzyıldaki felaketlerin daha şimdiden ardı arkası kesilmiyor. İnsanlık, tarihte ilk defa olarak topyekûn yok olma tehdidiyle yüz yüzedir.

Batının geliştirdiği ve insanları felaketlere sürükleyen bu akıl ile yüzleşirken, Batı’ya karşı geliştirdiğimiz tavır ve söylemlerin “reaksiyoner" tavır ve söylemlerden öteye geçmesi gerekmektedir. Reaksiyoner söylemler, Batılıların hegemonyalarını yeniden üretmelerine, pekiştirmelerine ve meşrulaştırmalarına yarıyor. Çünkü Batıya karşı geliştirdiğimiz söylemlerde Özne biz değiliz, hep Batı oluyor. Dolayısıyla Batılı söylemler tarafından tanımlanıyoruz veya onların tanımlamaları etrafında bu söylemlere yine Batılı kavramlar ve duruşlarla tepki vermeye çalışıyoruz.

Kendi medeniyetimize yeniden üretmek, açılımlar kazandırmak ve yeniden dünyada söz sahibi yapmak için teorik ve yöntemsel tercihle ilgili çalışmaların yapılmasının gerekliliğine inanıyoruz. Ancak bu çabaların hâkim kültür ve düşüncelere göre kendini ifade ederek ortaya çıkmasının önüne geçilmelidir.

Üreteceğimiz bir medeniyet manifestosu düşünsel mirasımızda fazlasıyla mevcuttur. Burada en temel dinamik de din olacaktır. Çünkü dünyanın büyük medeniyetleri, bir tür kültürel bir yan-ürün olarak büyük dinleri üretmezler; aksine, gerçek anlamda büyük dinler, büyük medeniyetlerin dayandığı temelleri oluşturur. Dinini kaybetmiş bir toplum, er yâda geç kültürünü ve dolayısıyla kendisini kaybetmekten kendisini kurtaramaz.