Ülkemizde yaşanan son hadiselere baktığımızda, tarihin tekerrür ettiğini görüyoruz. Zaten tarih tekerrürden ibaret değilmidir? Geçmişe dönüp baktığımızda görüyoruz ki, bir asır önceki yakın tarihimiz bugün tekrar yaşanmaktadır. O günler ibret aynası gibi, bilenlerin hafızalarında net olarak canlanmaktadır.
Dağılmak ve çökmek üzere olan Osmanlı İmparatorluğu tahtına çıkan Sultan 2. Abdülhamit Han; müstesna yönetim kabiliyeti, feraset ve dirayetiyle kötü gidişi durdurmuş, batışı önlemiş, otoriteyi sağlamış, Filistin'den toprak isteyen siyonistleri huzurundan kovmuştu.
Sultan 2. Abdülhamit han (rh.) çalışkan, zeki, basiret sahibi bir siyasî deha idi. 33 yıllık saltanat döneminde eğitim, kültür, sanat ve endüstri alanında ciddî yatırımlar yapmış, devlet borçlarını yapılandırmış, ekonomiyi rahatlatmış, Hicaz demiryolu ve benzeri çılgın projeleri hayata geçirmişti. Hem de dış siyasette izlediği denge politikası sayesinde dünyada sözü dinlenen bir imparator devlet adamı haline gelmişti.
Hakka bağlı ve halkını çok seven dindar bir hükümdar olan Sultan Abdülhamit; milletinin hak ve hürriyetine saygılı davranırken, millet ve devlet düşmanı fitne unsurlarına göz açtırmıyordu. Normal yollarla onu deviremiyeceklerini anlayan iç ve dış düşmanlar çeşitli oyun ve entrikalarla Halîfe Hükümdarı tahttan indirmek için harekete geçmişlerdi.
Başta İttihat ve Terakki Fırkası olmak üzere, çeşitli cemiyet, gurup ve yıkıcı unsurlar koro halinde Hürriyet, Müsavat, İstiklal teraneleriyle bağırıyorlar, yazıp çiziyorlar, “Müstebit kızıl sultan tahttan inmelidir” diyerek yabancılarla işbirliği yapıyorlardı.
Ne idüğü belirsiz bazı militanlar “Din elden gidiyor, şeriat çiğneniyor” sloganlarıyla mütedeyyin halkı bile dindar sultana karşı tahrik edip sokağa dökerek yürüyüşler düzenlemişti. Sonuçta çirkin 31 Mart Vak’ası, Taşkışla hadiseleri ve Yıldız sarayı yağması ile devlet otoritesi zaafa uğratılmıştı.
33 yıl kimsenin burnunu kanatmadan ülkeyi yöneten ve kalkındıran Sultan 2.Abdülhamit’e darbe gayesiyle Selanik’ten Hareket ordusu yola çıkmıştı. Sultana bağlı birliklerin komutanları Hareket ordusunu durdurabileceklerini söylediklerinde, ULU HAKAN “Ülkemde benim yüzümden kan dökülmesini istemiyorum” demiş ve düzmece bir fetva ile takdir-i ilâhiye rıza göstererek, hâinlerden kurulu bir heyet tarafından tahttan indirilmişti.
Ondan sonrası ise tam bir kaos ve faciadır. İttihatçıların yönetimine geçen Osmanlı Devleti; Balkan savaşları, iç isyanlar ve Birinci dünya savaşı ile perişan halde yıkılıp dağılmış, "Ya Devlet başa,ya kuzgun leşe" sözü o yıllarda yayılmıştı.
Aradan geçen bir asır sonra bugün aynı senaryo tekrar oynanıyor. Demokratik yollardan sandıkta hükümeti deviremeyeceklerini, özellikle barış ve çözüm sürecinden sonra iyice anlayan yeni ittihatçılar ve yandaşları provokatör ajanlar; iyi niyetli vatandaşlarımızı kandırarak, darbeye kıyam etmiş durumdadırlar.
Ekonomisini düzeltmiş, demokrasiyi güçlendirmiş, otoriteyi sağlamış, içeride ve dışarıda itibarlı bir hükümetle yıldızı parlayan bağımsız büyük Türkiye, dış güçleri rahatsız etmiş bulunmaktadır. İçimizdeki gafiller de piyon gibi kullanılmaktadır.
Merhum Başbakan Adnan Menderes’i devirmek için, çeşitli yalan haberler yayan ve öğrencilerin öldürülüp kıyma makinelerine verildiği balonunu uçuran çarpık zihniyet sahipleri, bugün de türlü yalan ve iftiralarla hükümeti yıpratarak devirmeye çalışıyorlar.
Bu yıkıcı kara propogandaların gerçek amacı anlaşılmıştır. Vatansever, dürüst Anadolu sevdalısı kardeşlerimiz uyanıp, paralel devlet heveslilerinin oyununa gelmemeli ve kullanılmamalı. Ya Devlet başa, ya kuzgun leşe günündeyiz. İstikrar bozulursa hepimiz zarar görürüz. Hükümet de dürüst, yolsuzluğa kapalı ve daha kucaklayıcı bir yönetim tarzıyla yangını söndürmeye çalışmalıdır.