Daha çocuk yaşlarda anlamsız bulurdu:
“Neden insanlar, elleriyle yonttukları tahtalara taşlara taparlar?”
Uzun süren düşünce seanslarında, sırdaşı ve dostu Muhammed de olurdu, daima.
İki arkadaş, diğerlerinden ne kadar da farklıydı. Oyunlarında haksızlık etmez, taraf tutmazlardı.
Çobanlık yapan Muhammed, koyunlarını ağıla bağlar bağlamaz, soluğu Ebu Bekir’de alırdı.
Ebu Bekir, babasının yanında kumaşçı çırağıydı.
Parmakla gösterilen bu samimiyet fark edilirdi, kısa zamanda.
Neredeyse yaşıttılar. Ruhları anlaşmış, merak ilgi ve sorgulamaya dayalı bir sevgi köprüsü kurmuşlardı.
And içmişlerdi. Adalet eşitlik özgürlük ve güvenlik esaslı bir medeniyet kuracaklardı.
Muhammed öksüz ve yetimdi. Ebu Bekir’in ise hem annesi hem babası vardı.
Ebu Bekir ve Muhammed, 6 yaşına kadar birbirlerini görmemişlerdi. Çünkü Muhammed, çölde süt annedeydi.
Muhammed, Ebu Bekir’in anne babasıyla çok iyi anlaşır; Ebu Bekir de Muhammed’in ince huyundan ve asil tavrından etkilenirdi.
Ebu Talib, şefkatli bir amca idi. Yeğeni Muhammed’i gözü gibi sakınırdı. Babasızlığı hissettirmezdi. Karısı da anne merhametiyle yaklaşırdı, Muhammed’e.
İki arkadaş, bir süre sonra uzun ticaret yolculuklarına çıktılar. Gece gündüz süren sohbetlerde şiirler okurlar, hikmetli sözler söylerlerdi.
Vefa ve cömertlik, hayatlarının mihengi olmuştu. Ergenlik çağında emsallerinde fark edilen zararlı alışkanlıklar ikisinde de görülmezdi.
Günah işlemez, kötülüğe aracılık etmezlerdi. İkisi de ‘Emin’di. Koca bir kervanı teslim ederler; iki gencin, sabahlara kadar gözüne uyku girmezdi.
Fizik aleminin ardındaki metafizik boyut, ikisini de cezbederdi. Yıldızlar kayar, soğuk çöl geceleri buz keser, sabahın ilk aydınlığıyla yorucu maraton yeniden başlardı.
Canlı ticaret hayatı ikisi de için de bir şanstı. Çinlilerle ve Türklerle tanışır, kağıdı tanır, yazıyı keşfederlerdi.
“İlim Çin’de bile olsa alınız!” ezbere söylenecek bir söz değildi.
İlk gençlik çağlarında Hılfu’l Fudul’e çağrıldılar. Grubun en genciydiler.
………………………..
“Denizlerin bir kıl parçasını ıslatacak suyu bulundukça….”
Yeryüzünün ilk insan hakları teşkilatı Hılfu’l Fudul, ‘Erdemliler Hareketi’ onları bir kez daha bir araya getirdi.
Yemenli tüccarın Kubeys dağındaki isyanına kayıtsız kalmadı, 2 genç. ‘Mazlumun yanında, zalimin karşısında’ olmaktı şiarları.
Kaçırılan kızlar kurtarılıyor, ödenmeyen borçlar tahsil ediliyordu… “Hira ve Sebir dağları yerinde kaldıkça ve üzerinde dağ tekeleri otladıkça” haklar teminat altındaydı.
Çünkü toplumsal barışın temeli, mal can akıl inanç ve nesil emniyetiydi.
………………………
Hira devrimi…
Hak edilmiş bir paye idi Peygamberlik… 40 yıllık uzun yol koşusu, Cebrail’in müjdesiyle zirveye çıkmıştı.
O, artık Hz. Muhammed’di, Alemlere Rahmet’ti.
Ebubekir ilk inanan erkekti, övgüye mazhardı.
Ticaret yolculuğu çıraklık, Hılfu’l Fudul kalfalık, Hicret ustalık dönemiydi.
Ebu Bekir varını yoğunu ortaya koydu. Toplumun her katmanı oluk oluk İslam’a giriyordu. En çok da köleler…
Bilal ve Fehira, “Allah Bir!” dedikleri için çöl sıcağında işkenceye uğruyordu. Kayıtsız kalamazdı Ebu Bekir, kurtardı ikisini de.
Ebu Bekir’in her şeyini İslam’a bağışladığını gören müşrikler, bu kez kin oklarını ona çevirdiler. Yılmadı, kalktı, Resulullah’ın evine gitti.
Ne ki onu en çok yaralayan, Nebi’nin uğradığı eziyetti; avazı çıktığı kadar bağırdı Ebu Bekir:
“Muhammed’i, ‘Rabbim Allah’tır’ dediği için mi öldüreceksiniz?”
………………………….
Korku duvarı yıkılıyor…
Resulullah, Habeşistan’ı işaret etti: “Orada hiç kimseye zulmetmeyen bir kral var!”
İslam artık Asya’dan Afrika’ya taşınıyordu. İlk kıtalararası yolculuk başlamıştı.
Ebu Bekir, Habeş kervanına katıldı; ta ki Değinne gelip: “Sana niye zulmediyorlar, sen cömert bir adamsın. Seni korurum!” diyene kadar.
“İbadetini evinde yapsın!” demişti Mekke Oligarşisi. Ebu Bekir,
Allah’ın Mesajı’nı okudukça, avlu duvarından izleyenler artmıştı. Müşriklerin toplum mühendisliği çaresiz kalıyordu.
Değinne geldi ve: “Evine gir Ey Ebu Bekir, yoksa seni koruyamam!”
Ebu Bekir için kırılma noktasıydı bu söz, Değinne kırmızı çizgilerini aşmıştı.
“Beni Allah korur!”
…………………………………
“Sen Sıddık’sın!”
Allah “Ol!” deyince olan bir olaydı, Mirac. Materyalist zeka kavrayamazdı, Mirac’ı.
Ebu Cehil’e gün doğmuştu:
“Arkadaşın Muhammed, gece, Mekke’den Kudüs’e, oradan göğe çıktığını söylüyor.”
Tokat gibi gelmişti cevap, Ebu Bekir’den:
“O diyorsa doğrudur!”
Resulullah, içini kaplayan ferahlıkla 50 yıllık arkadaşına en güzel sıfatı verdi:
“Doğru sözlüsün sen Ebu Bekir, ‘Sıddık’sın!”
……………………………
Yesrib ‘Medine’ oluyor!
Yesrib’den gelen gönül adamları, Mesaj’a kalplerini açtılar. Medine, özgürlük beldesi olacaktı. Resulullah, stratejik bir karar verdi:
“Hicret!”
Müminler Medine’ye ulaştılar, fakat akılları Mekke’de kalmıştı. Çünkü Resulullah henüz Mekke’deydi ve kuşatma altındaydı.
Resul, Ebu Bekir’e müjdeyi verdi:
“Belki Allah sana bir dost, bir yol arkadaşı nasip eder!”
Suikast, bir müşrik tuzağıydı; oysa “Allah, tuzakların en hayırlısını” kurmuştu.
Kapıda bekleyen her kabileden bir kişi, gecenin ilerleyen vaktinde içeri daldılar. Resulullah çoktan yola çıkmıştı.
Yatakta Ali vardı. Tembihlemişti, Resulullah: “Emanetleri sahiplerine ver!”
Düşmanlarının mallarını bile iade eden bir yüce gönüllülüktü bu.
Bir dost daha kazanmıştı Resulullah:
Şehit olmayı göze alan Ali!
……………………….
Sevr yolunda Ebu Bekir, Resulullah’ın bir sağında bir solunda bir önünde bir arkasında zikzak çiziyordu.
“Seni gözetliyor olabilirler, ey Allah’ın Resulü!” Hedef şaşırtıyordu, Ebu Bekir.
Mağarada idiler; örümcek ağ kurmuş, güvercin sanki yüz yıl önce yuva yapmıştı.
Allah, “…görmediğiniz bir ordu ile desteklemişti”, Resul ile yardımcısını.
Ebu Bekir ayak seslerinden tedirgindi. Sukunet verici bir cevap geldi, Resulullah’tan:
“Mahzun olma, Allah bizimle!”
Allah, Ebu Bekir’in fedakarlığını karşılıksız bırakmadı:
“İkinin ikincisi”ydi Ebu Bekir.
Teşkilatçı Ebubekir; Feriha, Uraygıt ve kızı Esma ile istihbarat ağı kurmuştu.
Muhaberesiz muharebe olmazdı. İstihbarat, önleyici savaştı; insanlık tarihi boyunca.
Medine, tarihinin en sevinçli gününü yaşıyordu. Önder ve veziri görünmüştü, uzaktan. “Ay doğmuş”tu, “Medine’nin üzerine” “Veda tepelerinden”
Evs ile Hazrec için bir onurdu, muhacirlere kucak açmak. Allah’ın övgüsüne mazhar oldu, iki kabile:
“Öz canlarına tercih ederler”di. Ebu Bekir, Resulullah’ın her saniye yanıbaşındaydı.
İlkti o, samimiyet sınavından geçmişti; dile kolay, yarım asırlık bir kardeşlikti.
…………………………………
Aişe 18 yaşındaydı
Resulullah, Ebu Bekir’den istedi Aişe’yi. Ne büyük bahtiyarlıktı, Allah’ın Resulü’nün kayınpederi olmak.
Ayşe bir gün sordu:
“Beni ne kadar seviyorsun?”
“Kördüğüm gibi!”
………………………..
Medine ‘Şehir’ oldu
Muhacir ile Ensar ikili ikili kardeş oldular. Yeryüzünde ilk kez, inananlar birbirinin sigortasıydı.
Muhacirler de boş durmamış, Medine’ye katma değer kazandırmışlardı.
Medine artık yarımadanın en güçlü şehriydi. Mekke ise kof zihniyetin esareti altında inliyordu.
……………………………………
Bedir, ilk sınav!
Muhacirle Ensar, ortak düşmana karşı saf tuttular. Resulullah’ın yüzündeki mutluluk gözlerden kaçmıyordu.
Sabrının mükafatını almıştı.
Ebu Bekir, çadırını Resul’ün hemen yanıbaşına kurdu. Harp kızışmıştı.
Ebu Bekir duaya yeni bir bakış açısı getirmişti.
Dua, her an Allah ile birlikte olmaktı.
“Ey Allah’ın Resulü! Allah’tan acele yardım iste. Allah sözünde durur!”
“Bin melekle” yardım gelmişti, ışık hızından daha süratli.
70 Mekkeli esir, Müslümanlar için gönül ferahlığı ve güçtü. Ne olacaktı bu esirlere?
“Öldürelim!” sesleri arasında Ebu Bekir öne çıktı:
“Fidye alalım ve Müslüman olmaları için uğraşalım!”
Resul bir kez daha övdü Ebu Bekir’i:
“Ebu Bekir’in durumu İbrahim’in durumu gibidir!”
Öldürseler bütün esirler cehenneme gidecekti, oysa Müslüman olmaları için bir imkan vardı.
Fidyenin en güzeli, 10 çocuğa okuma yazma öğretmekti. Böylece Müslümanlarla tanışma fırsatı doğacaktı, esirler için.
……………………
Okçular tepesi
Mekke, öç almak için yola çıktı. Çalgıcılar, dansözler, şairler… olası bir zaferi kutlamak için geldiler, Uhud’a.
Harp, Müslümanların lehine cereyan ederken, kıyamete dek çıkmayacak bir acı yaşandı:
Okçular “Savaş bitti!” sanarak yerlerini terk etmişlerdi.
Oysa Resulullah, “Cesedimi kargaların parçaladığını görseniz dahi mevzinizi terk etmeyiniz!” buyurmuştu.
“Gördüğüm hiçbir şeyden korkmam!” diyen Hamza da şehitler arasındaydı.
Ebu Bekir, Resul’ün önünde canını siper ediyordu. Hep o vardı, ne güzel arkadaştı.
………………….
Hudeybiye’de bir akil adam
Görünürde Müslümanların aleyhine idi, Hudeybiye. Bir yönüyle de onur kırıcıydı.
Ama Resul terbiyesi almış Ebu Bekir, ferasetiyle, Hudeybiye’nin Mekke’nin Fethi için ön hazırlık olduğunu sezmişti.
Ensar ile Muhaciri sakinleştirmek de ona düşmüştü:
”Kendinizi dizginleyiniz. O, Allah’ın elçisidir!”
………………………..
Güven veren…
Malının tümünü bağışlayan Ebu Bekir, muhtaçlara yardım eden Ebu Bekir, savaşta ve barışta Ebu Bekir, sabır yüzlü Ebu Bekir, çileye talip Ebu Bekir…
“Geriye ne bıraktın Ey Ebu Bekir?”
“Allah’ı ve Resul’ünü bıraktım!”
……………………..
Ültimatom…
“Müşrikler gelecek yıl haccetmeyecekler, Kabe’yi tavaf etmeyecekler”di.
“Büyük Hac Günü” Ebu Bekir Hac Emiri idi. Yardımcısı ise Ali.
Hicret Gecesi gibi, merkezde Resulullah, yakınında Ebu Bekir ve Ali.
120bin sahabi Arafat’ta Veda Hutbesi’ni dinledi. Resul’ün yanında Ebu Bekir.
Resul, “Bugün dininizi kemale erdirdim. Nimetimi tamamladım. Din olarak İslam’ı seçtim!” ayetini okuyunca, Hicret Arkadaşı’nın dünyasını değiştireceğini anladı ve hüzne kapıldı, Ebu Bekir.
.........................
18 yaşında bir komutan: Usame
Sefer Şam’a idi. Resul, Usame’yi komutan seçti. Ömer ile Ebu Bekir orduda neferdi.
Usame’nin görevi, Bizans ve İran sınırlarını güven altına almaktı. Sürdü çıkardı düşmanı.
Resul, zaferin gerçek sahibinin Allah olduğunu göstermek istiyordu. ‘Müminlerin imanı pekişsin!’ diye.
Gençlik enerjisi ile orta yaş tecrübesini harmanlıyordu, Allah’ın Resulü.
………………………….
“Dostum Ebu Bekir!”
Resul’ün hastalığı artmıştı:
“Ebubekir’e söyleyin. Namazı kıldırsın!”
Böylece kendinden sonraki olası hilafet tartışmalarına son noktayı koymuştu, Allah’ın Resulü.
Bir gün Ebu Bekir’i arıyordu Resulullah.
“Anam babam çocuklarım feda olsun sana, Ey Allah’ın Resulü!” Gözyaşı sel oldu aktı.
“Ebu Bekir’in kapısı hariç, mescide açılan kapıları kapatın!”
……………………………..
Dünyanın en acı günü
Ümmeti için geçen bir ömür, noktalanıyordu. Ölüm Meleği belirdi, bir anda. Veda vakti gelmişti.
Kabullenmek ne kadar zordu. Saatlerce süren hıçkırıktan sonra kendini toparladı Ebu Bekir:
“Hayatın da ölümün de tertemiz!”
İlk hutbesini verdi:
“Kim Muhammed’e inanıyorsa bilsin ki Muhammed vefat etti. Kim Allah’a inanıyorsa bilsin ki Allah Baki’dir!”
Yaradan’ın Mektubu’nu okudu:
“Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o, ölür veya şehit edilirse gerisingeriye eski dininize mi döneceksiniz?
Kim irtidat ederse Allah’a hiçbir şekilde zarar veremez. Allah şükredenleri mükafatlandıracaktır.”
Allah, müminleri ‘dinden dönme’ olaylarına karşı uyarıyordu. Zaten mürtedler de fırsatı kaçırmamışlardı.
……………………………..
İnisiyatif insanı
Ensar, Ubade’nin halife olması için toplandı. Ebu Bekir haber alır almaz, Ömer’le birlikte toplantıya katıldı.
‘De facto’ oluşturdu. Liderlik inisiyatif almaktı. Ensar’ın iyi niyetli, fakat sonu hüsranla bitecek halife seçimine müdahale etti:
“Biz göç edenleriz. Siz yardım edenlersiniz. Kardeşlerimiz ve ortaklarımızsınız. Kureyş Arapları ise bundan habersiz ve gafildirler. Biz emiriz, siz vezirsiniz!”
Kararlılık, fitneyi önlemişti.
Ömer ve Ubade, Ebu Bekir’e tabi oldular.
“En hayırlınız olmadığım halde veliniz oldum. İyilik yaparsam yardım edin, kötülük yaparsam uyarın.
Zayıf, güçlüden hakkını alana dek benim yanımda güçlü; güçlü, zayıfa hakkını veren kadar zayıftır.
Allah’a itaat edersem itaat edin, isyan edersem itaati terk edin!”
Siyaset tarihine geçecek bu sözü, bütün duvarlara, bilbordlara asmalı ki, dünya çapında çağlarüstü bir lider Ebu Bekir’i insanlık tanısın, sevsin.
…………………………
“Resulullah’ın komutanını değiştirmem!”
Usame’nin değiştirilmesini isteyenlere öyle kızdı ki, neredeyse gözleri yuvasından çıkacaktı:
“Vallahi, yırtıcılar tarafından lime lime edileceğimi bilsem, yine de Usame’yi Resululllah’ın vazifelendirdiği yere tayin ederim.”
Ömer’i Medine’de tutarak, hem münafıkların Ömer’i kullanmasını engelledi, hem de Ömer’i fitneden korudu.
………………………………….
Ekoloji ve etik dersi
Orduya hitap etti, Ebu Bekir:
“İhanet etmeyin. Sözünüze sadık olun. Ganimette haksızlık etmeyin. İhtiyarları, kadınları katletmeyin. Hurma ağaçlarını yakmayın.
Meyve ağaçlarını kesmeyin. İsraf etmeyin. Manastırlarda inzivaya çekilenlere dokunmayın!”
……………………
Usame’nin zaferi
Usulde doğruluk, vusulde bereketi getirmişti. Resul’ün komutanı zaferlerle döndü.
Mürtedleri ve sahte peygamberleri bir korku aldı. Bir daha isyana yeltenemediler.
………………….
“Bağını bile vermezseniz…”
“Namaz kılalım ama zekat vermeyelim!” diyen güruh güç toplamaya başladı.
Yumuşama siyaseti izleyenlere karşı çıktı Ebu Bekir ve:
“Vallahi, zekat hayvanlarının bağını bile saklarsanız, Resul’ün savaşmaktan caymadığı bir hususta, cihaddan vazgeçmem!”
Medine, Ebu Bekir’in dirayetli siyasetiyle huzura kavuştu. Bütün kabileler zekatlarını getirdiler.
………………………
Sahte peygamberler
“Komuta bende!” dedi, Ebu Bekir!
Zırhını kuşandı. Miğferini taktı. 11 sancak ve 11 komutan, muhteşem bir manzara meydana getiriyordu.
Kimler yoktu ki…
Allah’ın Arslanı Halid Bin Velid, İkrime, Şurahbil…
Umman’dan Kenya’ya bir büyük cihad ordusu idi.
Ordular, yalancı peygamberleri alaşağı etmişlerdi. Şimdi sırada çağın iki süper devleti(!) vardı.
İran ile Rum’u yenip, yarımadayı huzur ve güven beldesi yaptılar.
Bizans İmparatoru ve İran Kisrası, Hakk’a boyun eğdiler.
İslam artık, Orta Asya içlerine, Afrika vahalarına, Anadolu’nun merkezine doğru genişliyor…
“Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman, insanların fevc fevc Allah’ın dinine girdiklerini görürsün!” hakikati, bir kez daha teoriden pratiğe dönüşüyordu.