Toplumların değişimi ve gelişimi, toplumsal hareketler, bu hareketlerin birbiri ile olan ilişkileri, bu ilişki sonucunda ortaya çıkan değişiklikleri, araştırmak, yapılan araştırma ve açıklamaların ortaya çıkardığı bilgilere göre genellemeler yapmak sosyoloji biliminin alanına girmektedir.
Sosyoloji 19. ve 20. yüzyılda ortaya çıkan bir bilim dalıdır. ( Böyle bilinse de bugünkü sosyoloji ilminin başlangıcını ve temellerini İslam Kültür ve Medeniyetinin önemli ismi İbn-i Haldun ve onun temel eseri Mukaddimede aramak gerekir. Mukaddimede devletlerin kurulmalarına, gelişmelerine ve dağılmalarına ilişkin açıklamalar, göçebe ve medeni toplumlar ve asabiyet ilişkileri, ekonomik gelişme ile sanatsal ve kültürel gelişmeler arasındaki ilişki ve sair konularda ele alınan fikirler bugün bile geçerliliğini devam ettirmektedir.)
Sosyal olaylar dediğimiz; kırsal kesimlerden şehir merkezlerine göç, tarımla uğraşan insanların şehir merkezlerinin taşrasında oluşturdukları sosyal gruplar (varoşlar), bu grupların kendi aralarında oluşturdukları alt kültür (varoş kültürü), gecekondulaşma ve çarpık kentleşme, işsizlik, toplumun temel birimi olan ailenin parçalanması neticesinde ortaya çıkan parçalanmış aileler, alkol ve uyuşturucu müptelası gençler, sokak çocukları ve sokağın çocukları İçerisinde yaşadığımız yüzyılın da en önemli sorunlarını oluşturmaktadır.
Bu tür sosyal olayların en yoğun yaşandığı dönemler, 1789 Fransız devrimi ve buharlı makinenin sanayide kullanılması ile başlayan sanayi devrimi sonrasında yaşanan vahşi kapitalizmin temellerinin atıldığı; şehirlere göç eden niteliksiz tarım insanlarının madenlerde ve fabrikalarda zor şartlarda iş bulabildikleri ve ortalama işçi ömrünün 20li yaşlara düştüğü, salgın hastalıklar nedeniyle kitlesel ölümlerin ve sağlık sorunlarının had safhada bulunduğu dönemlerdir.
İnsanlık trajedilerinin yaşandığı bu dönemlerde, ortaya çıkan yoksulluğun, çaresizliğin beslediği toplumda oluşan direnç noktaları, işçi ve sokak hareketleri, patlamaya hazır kitleler ve bu olayları ve ayaklanmaya hazır kitleleri bastırmak, biraz olsun mağdur insanlara nefes aldırmak için yine bu olaylara neden olanlar tarafından adeta statükonun devamı için sigorta olarak keşfedilen sosyal devlet olgusu
Sosyal devlet anlayışı artık devlet tarafından toplanan vergilerin bir kısmıyla toplumun kendi ayakları üzerinde duramayan, yardıma muhtaç kesimlerinin değişik sosyal hizmet ve sosyal yardım araçlarıyla desteklenmesi olarak anlaşılmaktadır. Diğer bir deyişle sosyal devlet, kişi ve ailelerin kendisi veya çevre şartlarından doğan veya iradelerinin dışında oluşan maddi, manevi ve sosyal yoksunluklarının giderilmesine devletin müdahale ederek hayat şartlarının ve sosyal refahın yükseltilmesini savunan devlet anlayışıdır. Bu yaklaşımda yoksun kesimlere devlet tarafından sağlanacak maddi ve manevi destekler bir lütuf-sadaka olarak değil bir görev olarak yerine getirilecektir.
Bugün itibariyle geçmişten günümüze gelindiğinde sosyal devlet anlayışı çağdaş, demokratik, insan haklarına saygılı devletlerin anayasalarında en temel yerini almıştır. Devletimiz'in de anayasal niteliği, bir "sosyal devlet" olmasıdır. Sosyal devlet, kanunlarında ve icraatında toplum yararını gözeten devlettir.
Artık dünya ölçeğinde insan haklarına saygılı ve medeni ülkelerde gelişmişlik ölçütü olarak; kişi başına düşen dolar sayısı yerine, devletlerin bütçelerinden; toplumun yardıma muhtaç kesimlerine, dullarına, yetimlerine, yaşlılarına, engellilerine, suça sürüklenmiş, alkol, madde ve uyuşturucu bağımlısı olan kesimlerine hangi oranda ödenek ayırdıklarına bakılmaktadır.