SOKAKLARINDAN SÜT VE BAL AKAN BELDE
Dün akşam haber programlarını izlerken haber kanalının birinde şöyle bir haber geçti. “Kudüs’te Cuma namazını kılmak isteyen Müslümanlar Mescidi Aksa cami şerifine akın ettiler. Lakin İsrail askerleri 50 yaş altı olan Müslümanları Mescidi Aksa Cami-i Şerifine sokmadılar. Cami-i şerife giremeyen Müslümanlar Kudüs sokaklarında Cuma Namazlarını kılmak zorunda kaldılar” diye...
Kendi kendime şöyle bir durum değerlendirmesi yapmak zorunda kaldım;
“Varsın almasınlar, zamanı gelince bizim olan bu mekânlarda Cuma Namazımızı milyonlar olarak kılacağımız günler yakındır inşallah azıcık sabır diye kendi kendime telkin ettim. Zira Müslümanlar için yeryüzünde (ibadet için) yapılan ilk mescit "Mescid-i Haram" dır. Hazreti Adem babamız inşa etmiştir. Yaklaşık kırk yıl sonra “Mescid-i Aksa” yı Hazreti Süleyman (a.s.)’ın babası Davut (a.s)’ın yaptırmıştır. Zamanın kıblesidir. Aynı zamanda Kâinata Rahmet diye gönderilen sevgili Peygamber Efendimizin Miraç’ ta göğe yükseldiği mübarek yerlerden bir yerdir, bizim için.”
Bugün Mescidi Aksa Camisinde namaz kılamayıp sokaklarda kılanlar içinde söyleyeceğimiz şudur ki; Üzülmesinler Rahmet Peygamberinin ayakları yeryüzüne bastığından bu yana yeryüzünün her yeri bizim için mescit olmuştur. Zamanı gelince bu sefer İsrail’lerin almadıklarından dolayı değil Mescid-i Aksa Camisi almadığından dolayı o sokaklarda nice namazlar kılınacaktır.
Kutsal kitaplardan İNCİL’ de aynen şöyle geçer. “Sokaklarında süt ve bal akan belde diye” zamanında yeryüzünün en zengin topraklarıydı bu topraklar. Ne zaman Avrupa’yı kıtlık ve kuraklık sardı o zaman Kudüs halkı için büyük sınav başladı.
Avrupa’da kendi topraklarında dönemin Papası 2. Urban us Hıristiyan halkını toplayıp aynen şöyle sesleniyordu. “Babalara, oğullara, yeğenlere hitap ediyorum; Bu memleket artık halkını doyurmaktan acizdir; onun için mülklerinizi tahrip ediyor ve bitmez tükenmez şekilde bir birinizle savaşıyorsunuz” demişti. Bu şu demekti artık; zamanı geldi Ortadoğu’ya gidip güç, para ve toprak sahibi olmaktı ve o gün bu gündür bu emellerine sahip olabilmek için yıllarca kirli oyunlarını zulümlerini uygulamaktan geri kalmadılar.
Birinci Dünya Savaşı’nın bütün hızıyla devam ettiği günlerde Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy beyefendi Viyana’dadır
Bir gece kaldığı otelde müthiş bir gürültü hâsıl olur. Herkes büyük bir telaş ve panik havasında kendilerini odalardan dışarı atarlar. Yollar bir anda kalabalıklarla dolar. Mehmet Akif bey’de bu gürültü üzerine odasından aşağı iner ve müracaattaki görevliye ne olup bittiğini sorar. Ancak aldığı cevap karşısında dona kalır ve hayretinden sabaha kadar uyuyamaz.
Otel görevlisi olan Avusturyalı derki; “Biraz önce gelen haberlere göre, İngilizler Kudüs’ü Osmanlı’dan almışlar. Bu habere sevinen halk sokaklara dökülüp şenlik yapıyorlar.” Mehmet Akif Ersoy Beyefendi bu izaha çok şaşırır ve sorar: “Peki… Biz sizinle silah arkadaşıyız. Aynı cephelerde, ortak düşmanımız olan İngilizlere karşı çarpışıyoruz. Bu sebeple bizim yenilmemiz ve Kudüs’ü kaybetmemiz, aynı zamanda sizinde kaybetmeniz değil midir?”
Otel görevlisi Avusturyalı hiç oralı olmaz ve gayet umursamaz bir tavırla şu karşılığı verir:
“Doğrudur, biz şu anda Osmanlı ile silah arkadaşıyız. Ama Osmanlı, Müslüman’dır. Her ne kadar Kudüs’ü düşmanımız olan İngilizler almışlarsa da, onlar bizdendir, bizim dinimizdendir” diyerek cevap verdiğinde milli şairimiz çok üzülür. Milli şairimizin yazmış olduğu şiirlerindeki her mısra inanın duyarak değil hayatında bizzat yaşayarak dökülen mısralardır.
Bu yüzdendir ki Ortadoğu’ya bir an önce huzur ve barışın gelmesi gerekmekledir. Ortadoğu’ya ve dünyaya huzur ve barışın gelmesi ancak mensubu bulunduğumuz bu güzel dinimize sahiplenip İ’lay-ı Kelimetullahı daha da ileriye götürmekle muktedirdir.
Ne diyelim gayret bizden, yardım Yüceler Yücesinden.