Bugünlerim çok sıkıntılı geçiyor. Yine lisansüstü sınavlar var. Maalesef, yine jürideyim. Beş kişilik kontenjana 88 kişi başvuru yapmış. Gelen gelene. Hem de torpil yapmaması gereken kişiler. Bana "adil olabilirsen cennete gidersin" diyenler dahi.
Ah adalet. Senden ne kadar korkar oldum. Korku, sonunda patlamayı doğurdu. "Hak eden kazanır" deyiverdim. Olan oldu. Yine, kimsenin yanında yer alamadım, dışlandım. Bizden değil noktasına geldim. Yine yalnızlaştım.
Liyakat ve adalet Yerlerde sürünen iki şerefli mefhum. Ne zaman yerden kalkıp tekliğe yüceleceğini bekleyen yetim evlatlar
Kalbimi hüzün sardı, güz misali Bu ruh halindeyken bir arkadaşım "sayın hocam seni anlamakta zorlanıyoruz. Sen necisin, kimsin?" biçiminde bir soru yöneltiverdi.
"Ben de bir anlayabilsem. Yirmi yıldan fazladır buradayım. Solcu, faşist, dinci, irticacı, Atatürkçü, cemaatçi, ülkücü, laik gibi çeşitli yaftalamalara (etiketleme) maruz kaldım. Ama beni açıklayacak bir kelime bulunulamadı" demiştim.
Gerçekten ben kimim? Cevap verebilirsen ver
Maslow kendini gerçekleştirebilen insanı, Nietche üstün insanı, Freud ve Jung bilinçdışını incelediler. Bana çok şey kazandırdılar, ama hepsi de beni tatmin etmekte uzaktılar. Çünkü nefs ve can kavramlarını açıklayamıyorlardı. Çünkü Tevhitten yoksun oldukları için bulmaları mümkün değildi. Dolayısıyla ben beni, batının psikolojisinde anlamam mümkün olmadığına kanaat getirdim.
Kendime döndüm. Mevlanalar, Yunuslar, İbn-i Arabiler, Bıçakçı Ömer Dedeler, Hacı Bektaşlar, Dede Korkutlar, Pir sultan Abdallar. Ve dahi nice canlar.
Tanımak, anlamak mıdır? Mümkün mü? Nazar etmek kolay, ama basiret öyle mi? Ya müşahede?
***
"Güç hiçtir, zayıflık her şeydir" önermesi ruhuma işlemiştir. Ağacın gövdesi güçlüdür. Ama duygu, his, yaşam ağacın zayıf, korumasız, zarif yeri olan dalın ucudur. Kadın misali renk, meyve, çiçek hep dalların ucundadır.
Hani bir gün bir derviş, genç bir kıza rastlar ve "Nereye gidersin? Neler doldurdun sepetine?" diye sorar ya... Genç kız da "sevdiğim adama elma götürüyorum." der. "Kaç tane?" diye sorar derviş. Genç kız şaşkınlıktan büyüyen gözleriyle, "O nasıl soru öyle?" diye mukabele eder ve "İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?" der. Derviş tespihini o an koparır.
İşte, güçlü olduğunu zannedenin bittiği an
Doğum ve ölüm Aşk olmadan olunur mu fâni
***
Bir zamanlar üniversitelerde anlamsız bir biçimde kutuplaşmayı hızlandıran bir kampanya başlatılmıştı: "Başörtüsüne evet" ve "laikliğe evet". Bir arkadaşım "rengini belli et" demişti. Ben de bu iki kampanyanın da anlamsız ve samimiyetten yoksun olduğunu söylemiştim. Gönülsüz olarak üçüncü olan "hem laikliğe hem de özgürlüğe evet" kampanyasına imza atmıştım. Daha sonra bu kampanyaya doğu ve güneydoğu bölgesinde bulunan üniversitelerden bir tek benim imza attığımı öğrenince çok mutlu olmuştum.
En çok sevdiğim ibadetim oruçtur. Bunun nedenini düşündüğümde diğer ibadetleri yerine getiremediğime bağlamıştım. Ancak orucun hikmetini kavradıkça bu düşüncem değişmeye başladı. Çünkü oruç, temelde Freud"un öne sürdüğü iki güdüyü (cinsellik ile saldırganlık-öfke/ yeme içme) köreltmeyi amaçlar. Köreltmekteki amaç ise düşünmeyi (tefekkürü) ortaya çıkarmak, berraklaştırmaktır. Ama iftarın anlamını unutup tıkınmaya başlayıp kilo alanlar, orucun manasından bihaber olan zavallılar, tefekküre düşmanlığınız nedendir? Zengin sofralarda orucunu açan yeni yetme ağaları düşündükçe, orucu bozup başka aylarda mı tutsam diye niyetleniyorum.
Ortaokulda iken rahmetli dedem ile ebemin (anne annem) yanında bulunuyordum. Ebem, hemen her gün bir plağı dinlerdi. Şarkının konusu şöyle idi: Bir genç, sevdiği kızın babasının kapısını çalarak zengin olan kızın babasından kızını ister. Kızın babası "Benim fakir ve çulsuz birine verilecek kızım yok" der ve şarkı başlardı. Şarkının sonunda kız sevdiğine kaçarak birbirlerine kavuşurlardı. Ebem bu sonuçtan çok mutlu olurdu. (Günümüzde zayıf olan bu gençler, mücadelelerini yaparak sevdikleriyle evlenip kayınpederin evinde oturmaya başladılar. Ama bir sorun var. Bey olmanın asaletini kavrayamadıkları için ağa olmaya başladılar. Yani farkında olmayabilirler ama ağa olan kayınpederlerine benzemeye başladılar. Geçenlerde yetiştirdiğimi umduğum bir öğrencim de ağa olmaya yeltenince sert bir çıkış yapmıştım. Gücü elinde tutmaya başlayanların dikkatine ).
***
Kendime sürekli sorup da cevaplayamadığım o kadar çok soru var ki
Duygu, beni akıldan daha çok etkiler.
Mevlana, beni Gazali"den daha çok etkiler.
Bıçakçı Ömer Dede, beni Akşemşeddin"den daha çok etkiler.
II. Abdulhamid, beni Fatih Sultan Mehmet"ten daha çok etkiler.
Ebeveynlerinden ayrı büyüyen ve yaşayan insanlar (benim gibi), beni daha çok etkiler.
Aşık Veysel, beni Zeki Müren"den daha çok etkiler.
Karacaoğlan, beni Fuzuli"den daha çok etkiler.
Semah, beni ilahi grubundan daha çok etkiler.
Alkatraz kuşçusu, beni Titanik filminden daha çok etkiler.
Mevlana"nın eşi Kimya Hatun, beni ikinci eşi Kerra Hatun"dan daha çok etkiler.
Kadın (ticaretin, politikanın esiri olan; düşüncede olmayan, Freud"un eksik gördüğü kadın), beni erkekten daha çok etkiler. Ama köpek kişilik, kedi kişilikten daha çok etkiler beni.
Nefs-i Kâmile, beni Nefs-i emmare"den daha çok etkiler.
Kurt, beni Aslandan daha çok etkiler.
Çıkrıkçılar yokuşu, beni akvaryum suratlı AVM"lerden daha çok etkiler.
Kopuz, beni gitardan daha çok etkiler.
Doğu, beni Batıdan daha çok etkiler.
Gecekondu, beni apartmandan daha çok etkiler.
Cumhuriyet (garipleştirilen, annesiz yapılmaya çalışılan, Mercedes görünümlü doğan gibi, üniversitede züppeler gibi davranmaya çalışan köylü kızı gibi), beni Osmanlı"dan daha çok etkiler.
Dede Korkut"un gençlerinin evlenmesi, beni şimdiki kolbastılı cıvık evliliklerden daha çok etkiler.
Öğrencilik, beni hocalıktan daha çok etkiler.
Tarlasında kargaları kovalayan Mustafa, beni Lala ile yetişen Mehmet"ten daha çok etkiler.
Neden?
***
Sancılar devam edecek gibi
www.mehmetgurol.com