Savunan Adam’a!

Tarık Sezai Karatepe

Savunan Adam’a!

 

Sene 74…

Bir gurup vaktiydi. Atölye’den çıkıp Çoraktepe’deki evine yol alan emekçi, Milli Gazete’nin arka sayfasındaki ‘anahtar’lı tam sayfa resmini gururla inceliyor, bir taraftan yürüyordu.

Belli ki, sana güveni tamdı ve seni seviyordu. İstiyordu ki, pencereden balkondan insanlar dikkat kesilsinler, onun da “İşte benim liderim!” diye sevinci katlansın.

7 yaşın berraklığıyla önce şemalini, sonra sesini tanıdım. Söyleyecek sözün vardı, söylüyordun. Lafını esirgemiyordun, kimseden.

Nihayet, 77’de tv’miz oldu. 2 saat yayın yapan TRT’de, ya bir kare görünüyor, ya bir kere görünmüyordun. Ya da öbür güne sarkıyordu, mesajın. Farklıydın; kökü dışarıda ırkçıya, fitne üreten masona, Lenin aşığı enternasyonale hiç mi hiç benzemiyordun.

Vakurdun, edepliydin. Kızdı mı volkan kesilir, sevdi mi ırmak olurdun. Seçimler gelir, düşünürdüm: “Sağ zulmetti, sol geldi. Sol kahretti, sağ geldi. Bu sefer sen gelirsin.”

Geldin, birkaç kez. Lakin parçalıydı, iktidarın. Bir köşesinden tuttun sadece, hükümetin. Güzel işler çıkardın, değerli eylemler. Rehberin Tasavvufi Ahlak, hürmetin Dağıstanlı Hoca’ydı.

Ne yalan söyleyim, o yaşlarda kritik yapamazdım. Üzülürdüm iş başında olmayışına. O kadar. Genç adam, faziletine inanır; sarık takar, camiye giderdi. Tekin Alpçi bağırır çağırırdı, arkasından: “Yeşil komünist!” derdi, arsızca.

Bu bana çok dokunurdu. Türk olmak cennete sokacaktı, onları(!) Vizesiz, kontrolsüz(!) Ben de Türk’üm. Ama bilirdim ki, garanti değildi yerim.

İşin zordu. Biz bir avuç sokak azgınına diş bilerken, sen koca dünyayı almıştın, karşına. Nato’yu, Rusya’yı; Çin’i, Hindistan’ı…. Bir de onlardan geri kalmayan karteli, tröstü; (izm)lerin ittifakını…

80’in baharında Selçuklu’nun başşehrindeydin.… Milyonlar sesine ses katıyordu. Sen burçlara çıkmıştın. Sağında Rus’u perişan etmiş Afganlı, solunda siyoniste Telaviv’i dar etmiş Filistinli.

“Başkenti Kudüs olan….!” dedikçe Ramallah’ta yankı buluyor, eller duaya kalkıyordu. Akıncı bir yürektin, Talas’tan kalan…

Mevlanakent, Sabra ile sınırları kaldırmıştı bile. 6 şafak sonra düttürü ile uyandı ülke. Seni alıp götürdüler.

Kasım’ın 14’üydü. Haber verdiler. 69’da sana yol veren Kotku hoca, fizik alemden ayrılmıştı. Yekindin, lakin ‘Ankara’ dedikleri kaskalın bir duvardı. O gece uyku tutmadı, gözlerin. Süleymaniye’ye sığmayan sel, bentleri aşıp Yeniköy’de denizle buluşuyordu.

Beraat haberin geldi. Hindukuş dağlarında yankı buldu, bu müjde. Sanki Afgan, Haçlıyı çıkartmıştı, Hayber’den. Diyecek yoktu, sevincine.

Alan savunması yapmak için meydanlardaydın. Bu sefer de veto yedin, pırpırlıdan. 84’tü. Kongre’de adın duyuldu. Yasaklıydın. Coşku, tarifsiz bir kedere dönüştü, sen yoktun. Oysa o  salonda herkes vardı.

Bugün sevdiklerinle arana duvar örenler, o gün de oradaydı. Genel Başkan ise 30 yaşındaydı. Kalbi senin için çarpıyordu.

87 referandumunda Anadolu, yasağını kaldırdı. “Yürü!” dedi, sana. Başarıdan başarıya koştun. Akıl almaz sorunlar da yaşadın.

Ama ne tv’de, ne gazetede hedef tahtasına koymadın; başarıda zerrece payı olan kim varsa… ‘Kol kırılır, yen içinde kalır!’dı çünkü. Kartel medyasında boy göstermedin; büyüğe saygı, küçüğe sevgiydi niyetin.

Yoldaşlarını ‘cezalandırmak’ aklının ucundan geçmezdi.. Dostların için ‘panikte’, ‘korkuyor’, ‘niyeti bozuk’, ‘yoldan çıktı’, ‘davadan saptı’ demez, diyeni de sustururdun. İlkeliydin.

Bugün, teknede hamuru alan kim varsa, savuruyor, saldırıyor. ‘Çevre’ciliktir, aldı başını gidiyor. Senin çevren üç-beş mi, yoksa Endülüs’ten Açe’ye ‘Hakk’ı üstün tutan gönül erleri mi?

Savunan Adam!

41 yıllık muhteşem liderliğin tartışılmıyor. İlklik özelliğin var. Seni lider kılan ‘aşkın, vecdin, diyalektiğin, irfanın, ihlasın, gayretin’.

İlk resmi ziyaretini İran’a, Pakistan’a değil de; İsrail’e, abd’ye yapsaydın; önüne altından dağlar sererlerdi. Dünyanın kralı olurdun, şu kısacık dünyada. Ne var ki, kalbin mazlumlar için çarptı, ömür boyu. Risk aldıkça büyüdün, mustaz’afın gözünde.

Diyelim, o gün çok büyük hatalar yapıldı.

20 şafaktır olup biten/bitmeyenleri herkes biliyor. 11 Temmuz’a kadar çizgisini değiştirmemiş, söylemini bozmamış, üstelik yanında otururken tabii genel başkan, 3 haftada mı saptı, gitti, kayboldu?

İşte Savunan Adam, hazır fırsat.

Evlatların birbirine düştü. Lügatlerde buna ‘fitne’ derler. Kimi listeyle oynadı. Kimi size rağmen Asrın Firavunu’nun kapısını çaldı.

Kimi en mahrem sırları ifşa etti. Kimi Genel Merkez’i teftiş ettirdi. Kimi de soy kütüğünden aldığı hızla, yaşına yakışmayan laflar etti.

Liderlik, ayrıştırmak değil, birleştirmek. Heba etmemek, darbeleri göğsünde yumuşatmak. Kanı su ile yumak. “Hatalar benden, doğrular sizden. Mes’uliyet benimdir.” diyebilmek. Kucaklaşmak. En güçlü ilde, en büyük mitingle yola düşmek. En kısa zamanda kongre yapmak değil, tez zamanda ayağa kalkmak!

Kongre çözmez. Derinleştirir. “Lidere akıl mı veriyorsun?” dediklerini duyar gibiyim. Evet, akıl veriyorum. Kutsamıyorum. Ukalalık, yalakalık gibi –lık’lardan da uzağım. Böylece lider’e, iyilik de yapıyorum.

Hesap’ı düşünüyorum, o kadar. Belki, akıl nimetini kullansaydım, 10 yıl evvelki ayrılığa da mani olurdum.

Lider’e bağlılık, susmak değil; katkı vermek, omuz vermektir. İstişare budur, şura budur. Sınamasın, kimse kimseyi. Takva ölçer’i yok, kimsenin. En iyi durum, fiili durum. İyiliğe iyilik ekle, kötülük nasılsa kaybolur.

Anadolu bağrını açmış, Kerim Devlet seni bekler.