Ruanda: Özgürlüğe Susayan Topraklar!

Tarık Sezai Karatepe

 

Bin dokuz yüz sekiz… Altı asır; üç kıtayı, beş denizi yönetmiş Ruanda"da “asrın en siyasi sultanı” alaşağı edildi; kocaman payitaht, bir daha da rahat yüzü görmedi.

Ne acıdır ki, “Yıldız postmodern darbesi”nde Haçlılarla işbirliği yapanlar arasında, oğlu abd"de zangoçluk yapan kaytan bıyık Galatasaraylı, milli marşın yazarı, mürekkep yalamış üç beş kalemşör de vardı; ama asla aydın yoktu.

Aydın, “kalbi aydınlanmış olan”dı… Gerçi, nice sonra dizlerine dövünecekler,  ama iş işten geçecekti. Araya “kemik” girmişti. Ba"de harabü"l Basra!

Cahilliğin bu kadarı “tahsil ile mümkün”dü!. Ülkeyi ülke yapan ırklardan biri, nasıl olmuşsa mutluluğu tekeline almıştı; “ne mutlu”ydu onlar!...

Savaş kazanmış devleti bir güzel yıkmışlar; bir kahraman, bir de hain bulmuşlardı. Ruandaca da değişti mi , değme keyfine!

“Kralı kovduk, cumhuriyeti kurduk!”

Darağacını kuran cellat, sayısını unutacaktı; şimdilerde köşeli yazar olan torun, top sakalını top oynarken ağartmamış;  dededen kalma urgan, kaç kez rüyasına girmişti.

“Baltemur”  katline ferman yazılan adamı asmak için, mezarının açıldığını yazacak mıydı? Hem sonra, ne kadar kelle giderse, devrim o denli sağlam temellere otururdu.

Ruanda da işler kötüye gidiyor; muzaffer komutan(!) burnunun dibindeki bir düzine adayı, ezeli düşman Uganda"ya peşkeş çekiyordu!

Devrim nikahlı flörtü, çan kapısının önünde kendini vuracak, olay kısa sürede “devlet sırrı” olacaktı. Lider,  “la yüs"el”di.

Hak Din"i değiştirmek lazımdı; adı, “sultan deviren”e çıkmış adama, mükafat olarak “halkı dezenfekte” görevi  verildi. Son kullanma tarihi henüz geçmemişti. Adı çıkana kadar canı sıksın"dı!…

Zaten o da, eceline değin insan içine çıkamayacaktı; ihanet kötü şeydi!…

Tek kişilik koro, “allem edip kallem edip” mezara  dek kendini seçtirmeyi başarmış; “cumhur”, “reis”le arayı açmıştı.

Usta terzilerce beden ölçüsü alınmış; boydan ya da vesikalık, heykel siparişleri verilmişti; Ruanda da olurdu böyle vak"alar!

Afrika güzellik yarışmasına katılan kız , derhal birinci seçilmiş; jüri reisinin sözleri, kulaklarda tırmalanmıştı: “Bir vakitler, bizde dansı yasaklayan Ruanda"nın namusunu burada yıktık!”

Ada ülkesi Madagaskar işgal altındayken, coninin emriyle “çekik gözlü eski komşu”ya asker göndermek de neydi?

Ülke, tarihinde ilk kez, emperyalizmle işbirliği yapıyor; zalime kol kanat geriyordu. “Apoletlilerin iktidarı”nda halk da kimdi?

Emir kulu olmak, bir başbakanı ipten kurtarır mıydı? Eştiği kuyuya düşmüş; onu,  çıkardığı “koruma kanunu” boğmuştu.

Bin iki yüz yıl var ki, “kurşundan tuğlalar gibi” birbirine bağlı “Bilal yüzlü kardeşler”in arasına: “teslimiyetçi sağcılar, afyoncu solcular, dediğim dedik kafatasçılar; beş yüzüncü yıl dönmeleri” girmiş, her parti kendi cumhuriyetini kurmuş; şehri haraca bağlamıştı.

Düşman üretmeden rejim korunmazdı; “olanak”lı, “olasılık”lı konuşan sıska solcu, “otuz üç dereceli” gödelek sağcı,  piyasayı kapmış; Güneş Motel"lerde mebus pazarı kurulmuştu.

Merkezle dertli etnik kökenlerden biri, “Ruanda Ruandalılarındır” zihniyetine bayrak açmış; dini bütün yerliler, legal - illegal laik cephenin kurbanı olmuşlardı.

“Mozambik"te, Çad"da, Eritre"de… beraber savaşmadık mı, niye bizi yok sayıyorsunuz?” yakınmaları bile çare olmamıştı:

“Ya sev, ya terk!”

Terör, “iş kapısı”ydı; benzinci, kamyoncu, pır pırlı, berber, manav, terzi… silahlar sustu mu tedirgin olur, bir yerlere “pat pat” ricasında bulunurlardı. En yeni silahlar denenir, silahı satan “Bundan sonrası parayla!” dedi mi operasyon durur; iki arada bir derede kalmış Ruandalı “sus payı”na razı olurdu.

İnançları iğdiş edilmiş yerliler, yamalı bohça özgürlüğüyle avutuluyor;  sahte özgürlükler, önümüzdeki seçimlerde “hasatını toplamak üzere” ranta dönüşüyordu.

Merkez, böldükçe bölüyor; anadolu, fen lisesi mezunları elektrik, bilgisayar mühendisi, doktor bile olurken;  bu işin pratiğini yapmış endüstri, ticaret, sağlık meslek liseliler,  dört yıllıkların kıyısından bile geçemiyordu.

Katsayı, Kunta Kinte"lere uygulanırken,  okul – dersane çetesine paracıklarını kaptıran “mutlu azınlık”, burslu çocuklarını okyanus ötelerine bile yolluyorlardı.

Yerli halk, vatan savunmasında işe yarardı! Milletin efendisi idi onlar; efendi efendi otururlar;

“Eti senin kemiği  benim!” ricasıyla evlatlarını “devlet terbiyesi almış büyükleri (!) ”ne teslim etmekten haz duyarlardı. Gerçekten de “Eti” onlarındı.

Keşmekeş içindeki Ruanda, liderini arıyor; beklenen şafağa selam duruyordu.

“Zulmedenler nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını yakında bileceklerdi