Putperest!
Acınası bir zavallıdır o. Kadını vardır, erkeği de… Fakiri vardır, zengini de… Her renkten, ırktan, tondan rastlanır ona. Çarşılarda gezer, slogan atar, taraf tutar. Hayatı sever. ‘Ya elden çıkarsa ömür!’ kaygısına kapılır. Emelleri vardır, bir kibrit için orman yakar.
Korku yaşamın bir parçasıdır, onun için. Gölgesinden korkar, ilk başta. Attan eşekten korkar; sinekten böcekten… Tüyden kıldan şeyler huylandırır onu. Uğuru vardır, burcu da cabası… Kul aklı işlere pek rağbet eder. Torpillidir kendince. İşleri ters giderse ‘Keşke’lerle sürer devran.
Kanun dedi mi akan sular durur. Hukuk devleti de ne ki? Protezli arkadaşına bile acımaz, yeri geldi mi. Belirli gün ve haftaları vardır. O günü ya kutlar, ya anar. Anacağı yere kutladığı olur. Pot kırar, put kıracağına. Masum bir yanlıştır, etrafına göre. Herkes bir çam devirir, şu dünyada.
Çam devirmek Aralık’ın 31’ine denk düşüyorsa laik damarı kabarır. İndirir baltayı, christimas aşkına. Etleri lop lop götürürken, bir yandan da Kurban’daki hayvan katliamından dem vurur. Sırtının kürkü bizondan, ayağının kabı ceylandan, çantasının derisi ayıdan kurttan.
Bir şehre geldi mi açılış, saygı duruşu, günün anlam ve önemini belirten konuşma cebindedir. Kutluyorsa sevinç perisi, anıyorsa hüzün çiçeği… Çelenk şaşmaz ritüeldir. Ataları Cehil ile Leheb de itina gösterirdi, tüm bunlara. İbrahim Önder, çiçekleri yemekleri, en kocaman heykelin ağzına sokunca nasıl dalga geçmişti: “Yemez misin?”
Törende kim, nerde duracak? Protokol ne giyecek? Akşam, ulu kişinin(!) sevdiği parçaları kim seslendirecek? Haftalar öncesinden bellidir. Bebeler, yağmur demeden çamur demeden güneş demeden boran demeden provalara sokulur. “Hayatınız söner, katılmazsanız eğer!”
Nemrut ile Haman, Karun ile Firavun nasıl titizse bu konuda, yüzlerini kara çıkarmamalıdır, kabristanda. İzlemektedirler, müntesiplerini gururla. Kimi izindedir onların, kimi peşinde. Kimi de çalışmada.
İnsan insana beş basar, bu manada. Çobandır kimi, ‘benim oyumla onun oyu bir mi?’ Totemdir kimi, ‘ismi izmle yücelmiştir. Dokuz aylıktır çoğu, ancak prematüredir talihsizi(!) Küvezde kalınca bizimkisi, öteki mirası indirmiştir, devrim aşkına.
Yasa, yönetmelik, yönerge, genelge, kanun hükmünde kararname çarçabuk çıkar. Yıldırım gibi basılır, şimşek gibi gösterir tesirini. Kişiye özelse, mali af kapıdadır. Makbul adama makbuz mu kesilir? Birbirini görür, ne de olsa.
Yeme içme, giyim kuşam yasayla belirlenir; yürütmenin keyfindedir. Yargı, idari adli çift kanatlı çalışır. Aykırı giyinenin babası zaten ‘yasadışı’dır.
‘Biz onu araştırdık. Eğer devam ederse okul’a tesettürle girmeye, 3 rakamlı ücretsiz servis, rejimi korur, bal gibi. Alır götürürüz, veririz devlet himayesine. Fabrika hatası mısın sen kızım? Akranların gibi olsana!”
Tek tipi dayatır. Ana dilleri Yaratan’a isyan halindedir. “Biz sizi tanışasınız diye kavimler halinde yarattık!” emrini işitince kulaklarına bir ağırlık gelir. Hayatı kategorize eder. Bilgiye komplo kurar. Şu dini, şu dindışıdır.
‘Ben öyle istedim, keyfimin kahyası mısın?’ Kahya pusudadır, çıkar hışımla. ‘Ekmeğimizi yiyor, suyumuzu içiyorsunuz. Daha öğrenemediniz mi bizim gibi konuşmayı? Bre nankörler! Bayırın kıroları!”
Ekmek de, su da, lisan da O’nundur. İnsan emaneti kuşanmıştır, sadece. Teslim etmek üzere.
Organizedir. Yeter ki koltuk sevdası girmesin gönlüne. Milyonların can verişine sessizdir. Düzenbaz, basmıştır fetvayı:
“Şimdi güçlüyle işbirliği yap ki, yarın ipleri eline aldığında zulme bir son veresin. Yaradan niyetini biliyor. Ölüm yazıldı mı kulun alnına, ne bir saniye gecikir, ne de erkene alınır. Senin ne vebalin var? Yürü, soyun yürüsün. Yürü, boyun yürüsün. Eh, benim oğlanla kızı da görürsün artık!”
Şehrini kevgire çevirene hayrandır. Bombalar yağarken 5 bin metreden, “Vay yavrum vay! Ne güçlü devletmiş! Senin altında ölmek de şeref!”
Birisi, “Bırak şu Hitler kafalıyı, bak on binlerce ecdadını yok etmiş, günahsız yere!” dese, “Olsun, şimdiki genel başkan bizden. Onun hatırına tulum çıkarırız, buralarda! O işi tarihçilere bıraktık!” Küfrün mantığıdır bu. “Devlet babadır. Döver de sever de.”
“30-40 kişinin davasını sürüyorsun, “Katiler bulunsun!” feryadıyla ortalığı yıkıyorsun da, 30-40 binin kanını neden yerde bırakıyorsun? Seninki, ‘Firavun da Mısırlı. Gelirse ondan gelsin’ diyen aklı evvellerin tavrına benziyor.
Vah sana, demek güneş milyon kere aynı yerden doğsa senin beynini aydınlatmayacak. Ay, bir o kadar sene geceyi yırtsa kılavuzluk yapmayacak. Karanlıkta kalacak ruhun.”
Dirileri bırakır, ölülere koşar. Önce kutsar, sonra kabirdekinin Öte Dünya’daki konumunu belirler. Sıcağı sıcağına şefaat bekler. Kendince rezervasyon yapar. Oysa peygamberler, aşere-i mübeşşere, Alemlere Rahmet Olan’ın bildirdiği ve Kitap’ta övülenler hariç, cennette garanti değildir, kimsenin yeri.
“La” diyemediği için “İllallah” da diyemez. Kendi yapar, kendi tapar. Beğenmedi mi yamalı bohçaya çevirir. Din bir kültürdür. Din Kültürü yeterlidir, aklınca. Ahlak Bilgisi de tuzu biberi. “Bil, yapma. Duy, söyleme. Aklından geçene karışıyor muyuz? Buna da şükret!”
“Rahman seni her anından hesaba çekecek. Aldığın verdiğin nefesten. Giyiminden, biliminden; sevginden, nefretinden; öcünden, kininden; evinden, eşinden; kasandan, masandan… Ayağını denk al, cahil cesur olur.
‘Allah’a, Resulu’ne ve sizden olan emir sahip sahiplerine itaat ediniz!’ Yüce Emri’ne uy!
“Ben anlamam arkadaş! Devlet satıyorsa alırım da içerim de. Günün gereği neyse giyerim onu. İlimime bilimime Kitap’ı karıştırmam. Doğal seleksiyona inanırım.
Sensiz cennet sürgündür bana / Seninle cehennem ödüldür bana, değme parçadır. Abd Avrupa işgal ediyorsa güney’i, hak ediyorlar demek ki! Evimden eşimden niye hesaba çekilecekmişim?
Kasam benim, masam babamın. Bunun da mı cezası olurmuş? Üstelik faiz bir dünya gerçeği. Otoriteye tabi olurum, kargaşa çıkarmam. Seçilip gelene, atanıp oturana kıldan incedir boynum!.”
“Ben de baştan beri seni anlatıyorum.”
“Ben kimim peki?”
“Putperest!
Tarık Sezai Karatepe