PEYGAMBERİMİZ MUHAMMED MUSTAFA (s.a.v.)

ŞEVKET TANDOĞAN

 

          Bilindiği üzere, geçtiğimiz 20 Nisan 2012 Cuma günü; Peygamberimizin 1441. doğum yıldönümü münasebetiyle düzenlenen KUTLU DOĞUM HAFTASINDA: ülkemizde çeşitli etkinlikler yapılmıştır. Ben de hafta dolayısıyla, “KUTLU DOĞUM-VELÂDET-İ NEBİ” başlıklı yazımda; Hz.Peygamberimizin doğum safhasını, çocukluğunu ve bu esnada zuhur eden bazı mû’cizeleri izaha çalışmıştım.

            Bu yazımda ise, Fahri-âlem efendimizin hayatı, nübüvvet ve risâlet faaliyetleri ile güzel ahlakından bahsetmek istiyorum.

            Bilindiği üzere; Peygamber Efendimiz kırk yaşına geldiğinde, Cenâb-ı Hakkın emriyle Cebrâil (a.s.) geldi ve ilk vahyi getirdi. Peygamber olduğunu bildirerek, bütün insanları ve cinleri Müslümanlığa davet etmesini emretti.

            Hz.Peygamberimiz 13 sene Mekke’de İslam’ı tebliğ ile meşgul oldu. Mekke devri zor ve sıkıntılı bir dönemdi. Çünkü Mekke zenginlerinin çoğu iman etmedikleri gibi, karşı mücadeleye ve eziyetlere başladılar. Mekke müşriklerinin İnsanlık dışı kaba davranışları dayanılmaz aşamaya gelmesi üzerine, Cenâb-ı Hak müminlerle birlikte Medine’ye hicret etmelerini emretti. Birçoğu Müslüman olan Medineliler hicrete çok sevindiler, şenlikler yaparak Peygamberimizi karşıladılar.

            Medineli Müslümanlar; Peygamberimizi ve onunla birlikte Allah için yurtlarını, yuvalarını, mal ve mülklerini bırakarak hicret eden muhacir kardeşlerini öylesine izzet ve ikrama boğdular ki, kıyamete kadar unutulmayacak fedakârlık örnekleri yaşanmıştır. Bu yüzden onlaraENSAR denilmiştir.

            Medine’de Peygamber Efendimiz on sene yaşadı. Şehir iman nuruyla doldu, taştı. İslam’ı yaymak için Efendimiz ve eshabı, çeşitli bölgelere yaklaşık altmış defa sefer yaptılar. Yirmi yedi defasında Peygamberimiz bizzat bulundu. Bazılarında büyük harpler oldu. Ciddi mücadeleler sonunda bütün Arabistan’dan küfür, şirk, zulüm ve cehalet kaldırıldı. Herkes malından, canından hak ve hukukundan emîn oldu.

            Peygamber Efendimiz altmış üç yaşında Medine’de âhirete irtihal ettiğinde Kur’an tamam olmuş, İslam apaçık ortaya konmuştu. Yeşil kubbe altında, hayat-ı maneviye ile diri olarak, Ravza-i Mutahharasında kıyamete kadar Müslümanların ziyaretgâhı olacaktır.

            Fahr-i Âlem efendimiz fizikî yaratılış bakımından ve ahlâkça insanların en mükemmeli idi. Bütün peygamberler âzaları tamam ve güzel yüzlü olup, Hz.Peygamberimiz onların da en güzeli idi.

            Mübarek cismi bütün âzası mütenasip, alnı, göğsü, omuz arası ve avuçları geniş, bilekleri ve parmakları uzunca idi. Orta boylu ve şişman değildi. Güçlü kuvvetli idi. Hiçbir pehlivan onu yenemezdi. Mübarek cildi ipekten yumuşak, ve gül gibi kokar, beyaz nûrâni ve berrak yüzünden ışık saçardı.

            Hz.Peygamberimiz sünnetli ve göbeği kesilmiş olarak doğmuştu. Pek uzaktan işitir ve kimsenin göremeyeceği mesafeden görür, normal hızda yürür, lakin kimse onu geçemezdi. Heybetli ve vakarlı idi. Kimseye fena söz söylemez ve kimsenin sözünü kesmezdi. Çünkü ümmetine çok düşkündü. Doğduğu zaman ve diğer başka önemli anlarda secdeye varıp; “Ümmetim!!! Ümmetim!!!” dedi.

            Başı üzerinde bir parça bulut vardı. Nereye yürürse onunla beraber giderdi. Gözü ile önünü nasıl görüyorsa arkasını da aynı şekilde görürdü. Arkasında iki omzunun arasında güvercin yumurtası kadarNübüvvet mührü vardı. İhtiyaç halinde çeşmeler gibi on parmağından akan sulardan sahabeler kana kana içmiştir. Parmağıyla aya işaret etti, ay ikiye ayrıldı ve peygamberliğine şehadet etti.

            Fahr-i Âlem efendimiz güzel ahlakı ve güvenilir saygın kişiliğiyle herkesi kendisine hayran bırakmıştır. Halka baskı, otorite ve korku ile değil, tam aksine sevgi ve şefkatle hükmeder, taraf tutmaz, kimsenin suçunu yüzüne vurmaz, aşağılayıp horlamaz, gurur, kibir ve azametten uzak dururdu. Zaten tevazuundan aba giyer, arpa ekmeği yer, fakirlikle övünür, servet düşkünlerini sevmezdi.

            Peygamberimiz müminlerin davetine mutlaka icabet eder, hastaları ziyaret ederek hatır sorar tedavileriyle ilgilenir, cenazelere iştirak eder, hatta şehir dışında ölen müminin gıyabî cenaze namazını kılardı. Ümmetine çok merhametli idi. O ve onun varisleri hiç kimseyi kovmadı, dışlamadı, kimseye yasak koymadı. Hatta kalbi İslâm’a ısındırılmak istenen

Müellefe-i kulûp denilen kişilere iltifat ederdi.

            Hülasa olarak: Peygamberimizin üstün meziyetlerini ve ahlakını ne kadar anlatsak bitiremeyiz. Esasen buna gücümüz yetmez. Çünkü Hz.Allah (c.c.) onu kendisi övmüş ve “Ey Resûlüm! Şüp’hesiz sen çok büyük bir ahlak üzeresin.” Buyurmuştur.

            Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş örnek peygamber ve âhir zaman nebisinin ümmeti olmakla hepimiz bahtiyarız. Bize düşen onun sünnetine ve güzel ahlâkına tâbi olabilmektir. Cenab-ı Hak şefaatine nail eylesin. Aminnn.

            HÜDAYA EMANET OLUNUZ.