Yeni tuttuğu evinden sokağa adım atar atmaz, çukura giren teker, çamuru üzerine boca etti;
krem pantolonu, koyu kahverengiye döndü.
Olsun, o da bir renkti!
Yine bir yol kazasına uğramamak için kaldırım aradı;
öyle ya, kaldır-ım; kaldırma kuvvetiyle, ona biraz olsun nefes aldıracaktı,
ne gezer!
Şehrin sokakları henüz kaldırımla tanışmamıştı.
O da ne!
Önüne heyula gibi apartmanlar çıkıyor; şehrin merkezine bir türlü ilerleyemiyordu.
İki, üç, beş, on.... Canına tak etmişti.
Sağa yönelirken sola, sola yönelirken sağa gidiyordu, ülke siyasetine uygundu adımları!...
Tarihi olmayan kentin planı da mı olmazdı?...
"Şehir"di medeniyetinin adı!...
Nihayet ana yolu bulmuştu.
Orman havasını teneffüs ederek yürüdü; burası keşke Ankara'nın en büyük hastanesi olsaydı!
Çamların, defnelerin altında yorgun bedenler dinlenseydi;
güleryüzlü hastabakıcılar, karanfilli çay ikram etselerdi!
Olmadı!
Tek işleri bürokrasiye ayak uydurmak olan sivil toplumcular,
güzelim yerin iki yıllıklar'a verilmesine alkış tutmuşlardı.
İşte güle oynaya çıkan gruplar;
hiçbiri şehirde oturmuyor, ilk otobüsle Altındağ'a, Keçiören'e, Mamak'a, Kızılay'a... dağılıyorlar.
Dostlar alış verişte görsün mantığıyla, yüzbinlik şehre yüz yataklı'yı reva görüyorlardı.
Üstelik bahçesiz bir alana!
Herkes, kendi hesabını yapıyor; hesabı tutan da, teftiş eden de aynı merkez oluyordu.
"Yeşil"di medeniyetinin adı!...
Hilkat garibesi üst geçit, ilan reklam panosundan farksızdı.
Gözü boş binalara ilişti; iki yıldır in cin top oynuyormuş!
Bir hesap yaptı:
Yüz lojman, iki yüz liradan kiraya verilseydi; iki senede, eski parayla, yarım trilyon gelir elde etmek işten bile değildi!
Uçtu; gitti, gidiyor...
Neler yapılmazdı ki!
Şehrin elektrik, su, telefon hatları yenilenir; modern bir spor salonu bile yapılırdı...
"İnsan"dı medeniyetinin adı!...
Manavdan aldığı domatesin tadı kaçmıştı.
Ninesinin bostanını hatırladı:
İki yüz metre kare yerden yükselen tere, maydanoz, dereotu... kokuları aklını başından alırdı.
Oysa Perşembe Pazarı'nın yanından geçerken, gözü kapalı, pazarın kurulduğunu farkedemeyecekti;
beş yüz ton sebze meyveye rağmen!
Organik tarıma geçilmeliydi, bir an önce!
"Pazar"dı medeniyetinin adı!...
İşte bir çocuk!
Anasının elinde, manevra üstüne manevra yapıyor; kurtulmaya çalışıyor besbelli!
"Çocuk evleri" olsa da pazara, hastaneye, Ankara'ya giden kadınlar,
mahalledeki çocuk evlerine yavrucaklarını bıraksa;
çocuk hem sosyalleşse, hem gönlünce eğlense, hem de internetten kurtulsa!
Ne dersin çocuk!
"Çocuk"tu medeniyetinin adı!...
Gide gide şehrin öbür ucuna kadar gelmişti.
Bir şehrin kapısı olmalıydı;
kapısı olmalıydı ki şehir, evin sıcaklığını iliklerine kadar hissettirsin!
Kararını verdi:
Bu şehrin "nesne"si değil, "özne"si olacaktı.
Bütün alt kimliklerinden sıyrıldı; sağa, sola selam verdi;
şehrin aşinası olmuştu.
"Selam"dı medeniyetinin adı!...
Su, un, tuz, yağ, gaz vardı; kibriti çakacak bir "el" lazımdı.
Evine girdi, çamurlu paçasını temizledi; takvim yaprağını araladı; okuduğuyla birden irkildi:
"Fazla tevazu kibirdendir!"