Son zamanlarda gündemi işgal eden hususlardan birisi; şiddet, cinayet, taşkınlık, tecavüz ve benzeri vahşet olayları. Bunlar önceden de vardı, ancak ekranları çok işgal etmiyor ve bugünkü seviyede değildi. Yaygın halde huzur ve barışı tehdit eden bu illetin üzerinde ciddiyetle durulması gerekmektedir.
Çağımızda her alanda yaşanan gelişim ve değişime paralel, hızla yayılan modernleşme hareketleri, müspet yönleriyle birlikte, eğitim ve ahlak yetersizliği yüzünden, böyle sosyal problemleri ve sıkıntıları da beraberinde getirmiştir.
Bilim, teknoloji ve artan refah seviyesi, sosyal-kültürel erozyona yol açmakta, derin çöküntülere sebep olmaktadır. Daha net bir ifadeyle: Maddi refah insanları mutlu etmeye yetmemekte, tam aksine mânevî boşluktan kaynaklı kriz, bunalım ve çılgınlığa itmektedir.
Rûhî bunalımın girdabına sürüklenen psikolojisi bozuk insanlar; şiddet, nefret, cinayet, gasp, tecavüz, boşanma, evden kaçma ve intihar gibi taşkınlıklar yapmakta, toplum yapısı tehlikeli bir şekilde bozulmaktadır. Medyada yer alan şiddet içerikli diziler ve abartılı dramatize cinayet haberleri, bu durumu iyice körüklemektedir.
AB uyum sürecinde bazı uygulamalar milletimizin ayarını bozmuştur. İdamın kaldırılması ve cezaların hafifletilmesi kadim medeniyetimize ve toplum yapımıza uygun düşmemiştir. Cezaların caydırıcı özelliği kalmamıştır. Af umudu hep canlıdır. Ağırlaştırılmış müebbet hapsin ne olduğunu kimse düşünmez. Halbuki idam cezası, suçluların başında Demokles’in kılıcı gibi sallansa, hatta sembolik birkaç infaz yapılsa caniler korkar ve bu facialar önlenir.
İstatistikî verileri elinde bulunduran idarecilerimiz, hukukçularımız ülke gerçeğini hiç şüphesiz bilmektedirler. Hepimiz biliyoruz, görünen köy kılavuz istemez. Görünen o ki, “Nereye gidiyoruz?” dedirten tehlike çanları çalmaktadır. Ülkemizde çok iyi işler ve hayırlı hizmetler yapılıyor. Ancak havuzun dibi delik, sürekli açık ve kaçak var. Bu konuya ışık tutacak bazı sosyal meselelere değinmek istiyorum:
1- Maddî imkânından çok daha fazlasını harcama arzusu, lüks tüketim ve israf artmıştır. Etkili reklâm ve cazip ilanlarla iştahı pompalanan insanlar gelirinden fazla harcamakta, ürettiğinden daha fazlasını tüketmektedir. Düzinelerce kredi kartı, cep telefonları, bilgisayarlar, otomobiller, pahalı kıyafetler, lüks yapılar, dekorasyonlar, turlar, tatiller mâkul sınırlar içinde midir? Milletçe bakmalıyız: Acaba ayağımızı yorganımıza göre uzatıyor muyuz?
2- Kadınlarımızın iş hayatında ve sosyal hayatta yer almaları, kendi ayakları üzerinde duracak ekonomik güce sahip olmaları normaldir. Ancak ölçü kaçırılır evin kadını, çocuğunun annesi, Müslüman Türk kadını yıpranır, örselenir dejenere olursa buna itirazımız vardır. Yorulan bu hanımın iş çıkışı yuvaya ne ölçüde mutluluk katacağı tartışılır. Kavgalar, boşanmalar, aldatmalar ve sevgisiz büyüyen çocuklar gündeme gelir. Çalışan kadınlarımız ciddiyetle kâr-zarar muhasebesi yapmalı, giyim-kuşam, kreş, yol ve makyaj masraflarına bedenî yorgunluğu da ekleyerek geliriyle mukayese etmeliler. Aile saadetinin temel taşı kadınlarımızdır.
3- İletişim araçları, medya ve sosyal medya ile insanlar birbiriyle kolayca tanışabilmektedir. Bu süreçte çarpık ilişkiler yüzünden ahlâkî bozulma ve kültürel erozyon artmıştır. Sanal tanışmalar, yasak ilişkiler, aldatmalar ve uyuşturucu tuzakları tehlikeli oranda çoğalmıştır. En vahimi; sanal âlemde yüzen internet gençliğinin ruh ve beden sağlığı bozulmuştur. Zira gece-gündüz, işte, okulda, yemekte, hatta yatakta telefonlar elden düşmemektedir.
Kısaca parmak bastığım bu konulardan başka sorunlar da elbette vardır. Yetkililer, kangren haline gelmiş bu millî felâketin önüne geçmek için eğitim, kültür ve sosyal alanda projeler geliştirip hemen uygulamalılar. Sivil toplum kuruluşları ve tüm kelâm ve kalem ehli her kes bu hususta elinden geleni geç kalmadan yapmalıdır.