Müslüman, Allah’ın emirlerine (koyduğu ölçülere) teslim olan demektir. Zira o, bilir ki Allah (c.c) neyi yapmamızı istemişse o insanların faydasınadır, neyi de yasaklamışsa o da insanların zararınadır. İlmin ve fennin hayli ilerlediği günümüzde görülmektedir ki ilim de aynı şeyleri ifade etmektedir. Mesela içkinin zararları saymakla bitmemektedir. Bütün bu zararlarına rağmen dünyada ve ülkemizde içki tüketimi giderek artmaktadır. İnsanın bedenine, ruhuna, aklına, nesline zararlı olduğu, sağlıklı bir toplum yapısını bozduğu bilinmesine rağmen içki kullanımı niçin azalmamakta bilakis artış göstermektedir? İslam bunu baştan Haram (yasak) kapsamına almış ve kendine inanan ferdi ve toplumunu korumuştur.
İSLAM İNKILÂBI
Bugün hepimizin şikâyetçisi olduğumuz olaylar, insanlığın Allah’ın emirlerine uymamasından kaynaklanmaktadır. Hıristiyan olduğu halde sonradan Müslümanlığı kabul eden bir insan, içki de dâhil bütün kötülüklerden kendisini kurtarabilmekte, eski yaşantısı ile yeni yaşayışı arasında “kuyunun dibi ile minarenin tepesi arasındaki fark” meydana gelmektedir. Asr-ı saadette de böyle olaylar görülmüş, Ömer bin Hattab, cahiliye devrinde (İslam’a girmeden önce) kendi öz kız evladını diri diri toprağa gömerek öldürebilen cani ruhlu bir insanken, İslam la müşerref olduktan sonra “Adaletiyle dünyaya örnek” bir insan yani Hazreti Ömer olmuştur.
Asr-ı saadette başlayan bu inkılâp (büyük devrim) kıyamete kadar bu şekilde devam edecek, hiçbir dinin ve ideolojinin kendi müntesiplerinde (bağlılarında) başaramadığı bu değişimi, İslam kendine bağlanan bir müntesibinin gönlünde ve kafasında hiçbir zorluk çekmeden ve mukavemet görmeden başaracaktır.
İslam’ın ferdi (kişiyi) bağlayan emir ve yasakları olduğu gibi, toplumu ilgilendiren emir ve yasakları da bulunmaktadır. İslam fert ve toplumun bütün yönlerini kaplamakta, emir ve yasak koymadığı en küçük bir alan dahi bulunmamaktadır. İnsanları dünya ve ahiret saadetlerini (mutluluk) sağlamak için gönderilmiş bir din olan İslam’ın, ahlaki sahada istek ve yasakları bulunduğu gibi ekonomik, hukuki, ilmi ve siyasi sahada istek ve yasakları da bulunmaktadır. Kim, “Ben Müslüman’ım” dedikten sonra O’na uymaz, kendinden uydurduğu bir takım yalan yanlış ölçülerle hayatını tanzim ederse, o uydurduğu şeyler o’nun dini olmuş olur, İslam oradan uzaklaşır. Neticede o insan mutluluğunu kaybeder, anarşi, terör, ekonomik sıkıntılar, ahlaki yozlaşmalar, siyasi çalkantılar gibi büyük sıkıntılar içine düşer.
İMAN BAĞI
İslam’ın temeli İman (inanma) dır ve en önde gelen bağ olup, Kur’anı Kerim “Mü’minler birbirlerinin kardeşidir” buyurmaktadır. Müslüman, taklid-i (uydurma) bir iman ile değil hakikî (gerçek) bir imanla yaşamalıdır. Bu da “Allah’ın varlığına ve birliğine…” inanmanın yanı sıra “Hazreti Muhammed’in O’nun kulu ve resulü (elçisi) olduğuna…” tereddütsüz inanmadır. Buna kelime-i şahadet denmektedir. İman bağı manevi bir bağdır ve bir ömür devam eder.
İslam’da iki şeyin şakası olamaz. Veya iki şeyin ciddisi ile şakası, yapanı aynı sonuca götürmektedir. Bunlar, iman ve nikâhtır.
İNTİSAP
Bir âlimin veya şeyh efendinin, ilim veya zikir halkasına girmek isteyenin başvurduğu bir bağlanmadır. Âlimin ilminden, Şeyh efendinin tasavvufî bilgilerinden istifade edilecektir. İntisap, o âlim veya şeyh efendinin ailesinden olmak, onun terbiyesine kendini bırakmak demektir. Kur’an-ı Kerim; “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ve “Allah’ı çokça zikredin” buyurmaktadır. Birçok ayet ve hadis-i şerif, ilmin önemi ile Müslümanların ilimle ve zikirle hemhal (beraber) olmaları gerektiğine işaret etmektedir. İntisap, ilim ve zikirle uğraştığı sürece Müslüman’ın taşıyacağı çok büyük bir derecedir.
İKTİDA
Bir Müslüman’ın namazlarını cemaatle kılmaya dikkat etmesi ve namazda ( o vakit namazı için geçerli olan) İmam’a “iktida” etmesi (bağlanması) demektir. İmam namaz esnasında ister uzun ister kısa sure okur, ister şu sureyi, ister bu sureyi okur ona müdahale edilmez. Kıyamda (ayakta), Rükûda (eğilmede), secdede(yüzün yere konması) de imama, ona uyan cemaatin karışmamasıdır. İktida bir farz namazı ile sınırlıdır. Namaz bitiği zaman o imama olan iktida da sona erer
BİAT’LEŞME
Asr-ı saadette (peygamberimizin yaşadığı asır) müslümanlar, peygamberimize imandan sonra “biat” etmişler (bağlanmışlar) onun idaresinden razı olmuşlardır. Peygamberimizin irtihalinden (vefatından) sonra bu biat etme işi önce “Hülefayı Raşidin” (dört halife)ye yapılmış, daha sonra da Müslümanlar başlarında kendilerini idare edenlere biat ederek İslam’ın bu geleneğini sürdürmüşlerdir. Biat’in süresi de yine bir ömürdür.
İtaat, biat edenin yapacağı bir harekettir. Fetih suresi 10. ayette; “Sana biat edenler, gerçekte Allah’a biat etmişlerdir. Allah’ın eli o biat edenlerin ellerinin üstündedir. Her kim biatinden cayarsa kendi aleyhine (zararına) caymış olur. Kim de verdiği sözde durursa Allah ona büyük bir mükâfat verecektir” buyrulmaktadır. Caymak; verilen emirlere uymamak, Emir’e (yöneticiye) tavır almak, Emir aleyhine kulis yapmak, hizip çıkarmak, isyan etmek ve etrafına topladıklarını da isyana sevk etmektir.
Nisa suresi 59. ayette; “Ey iman edenler. Allah’a, Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin” buyrulmaktadır. Bu hitap sadece iman edenleredir ve iman ve itaat kavramları başka manadadırlar. Ayette, emir sahibinin de “sizden” olması şartı getirilmiştir. İnandıklarınıza inanmayanlara emirlik görevi verilmez, verilse de ona itaat edilmez. Bu konuda Müslüman gibi görünen, konuşma ve hareketleri Müslümanlara benzeyen, ancak icraatları ile Müslümanlara hizmet etmeyen münafıklara çok dikkat edilmiştir.