Umre haccı münasebetiyle 15 gün süreyle kutsal topraklarda aile fertlerimizle birlikte güzel günler geçirdik. Rabbim herkese bu güzellikleri yaşamayı tekrar tekrar nasip etsin. Bu müddet içinde köşe yazılarımı yazamadım, değerli okuyucularımdan özür dilerim. İntibalarımı anlatmaya çalışacağım ama, sanırım oradaki feyiz ve heyecan tam olarak anlatılamaz, ancak yaşanır, yaşayan bilir.
Hac dönemindeki kadar kalabalık, belki de daha fazla hacının sel gibi aktığı muhteşem manzara, dünyanın muhtelif yerlerinden milyonlarca Müslümanın tek yürek halinde pervaneler gibi Kâ’be’nin etrafında tavaf edişi, Safa-Merve arasındaki heyecanlı yürüyüşleri, beyaz ihram içindeki teslimiyetleri adeta mahşerî bir tablo idi.
Farklı ırk, dil ve renkteki tevhit akidesine sahip yüzbinlerce kişinin, cereyana tutulmuşçasına kelebekler gibi uçuşarak, hep bir ağızdan “Lebbeyk Allahümme lebbeyk. Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk. İnnel-hamde ven-nimete leke vel-mülk. Lâ şerike lek” nidalarıyla yeri-göğü inleterek. “Buyur Allah’ım buyur,emrine âmâdeyim. Şerîkin yoktur emrindeyim. Şüphesiz övgüler,nîmet ve mülk sana aittir. Ortağın yoktur emrindeyim” demeleri İslam birliği ve kardeşliğinin mükemmel bir nişanesidir.
Kâbe’ye bakarak hıçkırıklar içinde gözyaşları döken ve iki yumruğu ile başını döverek ağlayan Mısırlı Abdülfettah’ı unutamam. Bu iri yapılı esmer adama yaklaşarak, ismini ve nereli olduğunu sorduktan sonra teselli etmeye çalıştım ve Arapça “Allah kerimdir, affedicidir üzülme ağlama” deyince “Fate ömrî bi-gafle” (ömrüm gafletle geçti) dedi ve yine dövünmeye başladı.
Bir başka Mısırlı entelektüel bir zat ile ülkelerindeki siyasî karışıklığı konuşurken, “Mısırın durumu Allah’a kaldı. Bir tek Türkiye bizi anladı ama elinden bir şey gelmedi” dedi.
İran, Endonezya, Malezya, Hindistan ve Yemen, Tunus gibi muhtelif İslam dünyasından insanlarla konuşma imkânı buldum. Özellikle İran Tebriz şehrinden gelen Türkçe konuşan azerî kardeşlerimizle görüştüm. Bunlardan üniversite öğrencisi Tebrizli Refi isimli genç sarıldı elimi öpmeden bırakmadı. Tanışmaktan gözlerinin içi parıldayan ve sevinen bu genç, Üniversite eğitimine Türkiye’de devam etmek istediğini söyleyince, kendisine bu imkânı sağlayabileceğimi ifade ettiğim vakit, yerinden zıpladı boynuma sarıldı ve vermek istemesem de yine zorla elimi öptü ve adresimi telefonumu aldı, mutlaka Türkiye’ye geleceğini beyan etti.
Hâlâ esrarını çözemediğim ve merak içinde bulunduğum bir olay Kâbe’yi ilk tavafımızın sonunda vuku buldu. Yorulmuştuk eşim ve oğlumla beraber bir kenarda dinlenirken ayağa kalktığımızda, nur yüzlü Arap kıyafetli vakur bir zat belirdi ve elini bana uzatarak “Esselamü aleyküm ey Osmanlı evladı. Hoş geldiniz,umreniz mebrur olsun” dedi ve elimi sıktı. Şaşkın bakışlar içinde kendisine “Tanışıyormuyuz?” dedim.” Hayır” cevabını verdi. Siz Türk’müsünüz diye sordum, yine “Hayır” dedikten sonra “Biz sizin hizmetlerinizi biliyoruz ve Allah için sizi seviyoruz, Haccınız mübarek olsun” deyip uzaklaştı. Yanımızdaki diğer Türklerden birisi “Biz de Osmanlı evladıyız, tanışalım diye seslendi ve ben de tanışmak arzu ettim ama bir anda gözlerden kayboldu.
İslam dünyası Türkiye’ye sempati ve umutla bakıyor. Sayın Başbakanı çok tanıyor ve seviyorlar. Ülkemizi görmek istiyorlar. İslam dünyasına tanıtım, turizm ve organizasyon konusunda Devletimizin çok çalışması ve projeler geliştirmesi gerekiyor.
Hac ve umre organize eden ticarî şirketlerden çok şikâyet var. Genelleme yapmam ama hacılarımız sıkıntı ve mağduriyet yaşıyorlar. Diyanet’in organizasyonu bir nebze daha iyi ama arzu edilen seviyede değil. Özellikle turizm rehberlik tecrübesi olmayan, dil bilmeyen cami görevlilerimizin bu işi başarmaları çok zor.
Cemaat şirketlerinin hac ve umre organizasyonu daha başarılı idi. Bilhassa Süleyman Efendi Hz.nin mensuplarınca yönetilen Hizmet Turizm adlı kuruluşun düzeni ve görevlileri ile hacıları bariz şekilde fark ediliyordu. Eski adıyla himmet turizm olan bu kuruluşta katkısı olan birisi olarak, artan bu kalite ve üstün gayretten çok memnun oldum. İlgilileri tebrik ederim.