Küçümsemeyelim

Sevgili hemşehrilerim uzunca bir zamandır güncel konular ile ilgili olarak sizlerle yazılarımı paylaşamadım. Hazırda ne varsa onlarla yetinmeye çalıştık. Yazılarımızın konularını önümüzdeki günlerde piyasaya çıkacak olan "Bendeki Ben/ Güncelle Kendini" isimli kişisel motivasyon konusunda kaleme aldığımız kitaptan. Arada sırada günceli yakalamaya gayret edeceğiz ama üslubumuz gereğince kulis içerikli olacak yazılarımızı tenkit edecekler yine bulunacaktır. Bunu bilerek yazıyoruz. Bazıları hala bizim trenden neden atlamadığımıza kafayı takmış olacaklar ki, arada bir mail adresime trenlerle ilgili fıkralar gönderiyorlar. Sahi aklıma gelmişken ifade edeyim trenlerle ilgili fıkra biliyor musunuz? Biliyorsanız lütfedip bana yazsanız da ben derleyip bir tren konulu fıkra kitabı yayına hazır hale getirsem.. iyi olur değil mi? Biz ÇubukHaber treninde yolculuk yapmaya devam ediyoruz dostlara buradan duyuralım istedik de… neyse..

Küçüğü küçümseme. Dağlar küçük kum tanelerindendir. Hayatımızda bazı şeyleri küçük görürüz. Ve onları çok fazla önemsemeyiz. Ayrıntı olarak görürüz. Oysa ki o küçük şey, ilerleyen zaman diliminde can simidi olur bizim için. Hayatta küçük şey yoktur. Bir şiirde, bir yazıda bir virgül, bir noktalama işareti o şiirin, o yazının tüm anlamını değiştirebilmektedir.

            Tren fıkramız kalmadı bir hayvan fıkrası ile idare edelim..

 

Eski zamanların birinde, bir otlakta bir öküz sürüsü yaşarmış. Yaşarmış yaşamasına ama civardaki aslanlar bir türlü rahat bırakmazmış onları. Hemen her gün saldırırlarmış bu sürüye. Öküz dediğin öyle yabana atılır bir hayvan değil ki. Bir araya toplandılar mı kolayca defetmesini bilirlermiş o koca aslanları. Gerçi bir-iki sıyrık alırlarmış ama yine de boyun eğmezlermiş aslanların zorbalığına. Gün geçtikçe aslanları almış bir kaygı. Ancak tavşan, fare gibi küçük hayvanlarla beslenir olmuşlar. Gitgide güçten düşmüşler. Aslan bu, hiç fare ile doyar mı? “Herhalde bize bu toprağı terk etmek düşüyor.” demiş aslanlardan birisi. “Evet.” diye tasdik etmiş diğerleri. “Nereye gideriz?” diye düşünürlerken, “Bir dakika!” diye bir ses duymuşlar gerilerden. Sürünün en çelimsiz ama kurnaz mı kurnaz bir ferdi olan topal aslanmış söze atılan. “Hayır!” demiş, “Hiçbir yere gitmiyoruz. Siz bana bırakın, ben hallederim bu işi.” Kimse inanmamış ona ama, “Haydi bir şans verelim de ne çıkar?” diye düşünmüşler. O da almış yanına bir-iki aslan, gitmiş öküzlerin yanına. Beyaz bayrak çekmeyi de unutmamış.

           

Öküzlerin lideri olan boz öküz başta olmak üzere beş iri kıyım öküz yaklaşmışlar onlara. Sormuşlar ne istediklerini. Topal aslan başlamış konuşmaya. Bir yandan da boz öküzün sivri ve kocaman boynuzlarına bakıp ürperiyormuş. “Saygı değer öküz efendiler!” diye başlamış söze. “Bugün buraya sizden özür dilemek için geldik. Biliyorum sizleri çok defa incittik. Kim bilir kaçınızda şu pençemin izi vardır. Ama inanınız bunların hiçbirini isteyerek yapmadık. Evet size defalarca saldırdık ama niye biliyor musunuz? Hep o aranızdaki sarı öküz yüzünden. Onun rengi öyle sizinkiler gibi değil ki. Gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Onu gördük mü, ne kadar barışsever olduğumuzu unutup size saldırıyor ve sürünüze zarar veriyoruz. Yoksa bizim sizinle hiçbir alıp veremediğimiz yok. Onun yüzünden hepiniz zarar görüyorsunuz. Bunlar sarı öküzün suçu. Verin onu bize, siz de kurtulun, biz de. Barış içinde yaşayalım.” demiş.

 

Boz öküz diğer önde gelenlerle görüşmek üzere geri çekilmiş. Hepsi de sıcak bakmışlar bu teklife. Bir tek yaşlı, benekli öküz; “Olmaz!” demiş ama kimseye dinletememiş sesini. Zavallı sarı öküz kurban edilmiş aslanlara. Aslanların hepsi birden saldırmışlar zavallının üzerine. Bir-ikisini fırlatmış üzerinden ama bitkin düşmüş az sonra. Diğerleri üzülmüşler üzülmesine de elden ne gelir ki. Bütün sürünün selameti için bir sarı öküzün ölmesi gerekiyormuş. Gerçekten de günlerce hiç saldıran olmamış kendilerine. Huzur içinde geçer olmuş günleri. Ama aslan milleti bu, ne kadar sabreder ki! Hele öküzün tadını aldıktan sonra. “Acıktık!” demişler topal aslana. Daha birkaç hafta bile geçmemişken o da almış yine yanına bir kaçını, bir defa daha gitmiş boz öküzün yanına. “Selam!” diye girmiş söze. “Gördünüz ya, biz aslanlar ne denli uysal milletiz. Doğru kararınız için sizi bir defa daha kutlamak istiyorum. Siz de huzur içerisindesiniz, biz de. Ne mutlu! Yalnız buraya bunları söylemek için gelmedim. Büyük bir problemimiz var?” “Nedir?” demiş boz öküz merakla. “Şu sizin uzun kuyruk!” demiş topal aslan. “Öyle uzun bir kuyruğu var ki, nereden baksak görünüyor. O kuyruğunu salladıkça bizim de aklımız başımızdan gidiyor. Gözümüz dönüyor, sürüye saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Bir onun suçu yüzünden korkarım hepiniz zarar göreceksiniz. Gelin verin onu bize, bu konuyu burada kapatalım. Eskisi gibi huzur ve barış içinde, iki taraf da hayatını sürdürsün.”

 

Boz öküz yine istişare etmiş sürünün ulularıyla. Yine sadece benekli öküz olmuş karşı çıkan. Hepsi de, “Verelim gitsin!” demişler. Her seferinde tekrarlanmış bu olay. Her geçen gün daha da semirmiş aslanlar. Öküzler ise her geçen gün daha da zayıflamışlar. Azaldıkça azalmışlar. Aslanlar ise küstahlaştıkça küstahlaşıyorlarmış. Artık bir sebep bile söyleme gereği duymuyorlarmış. “Verin bize şu öküzü, yoksa karışmayız!” diyorlarmış sadece. Zavallı öküzlerin, “Hayır!” diyebilecek güçleri kalmamış. Hepsi birer birer can veriyorlarmış aslanların pençesinde.

Boz öküz de aralarında olmak üzere birkaçı kalmış en sona. “Ne oldu bize? Ne zaman kaybettik bu harbi aslanlara karşı? Oysa ne kadar da güçlüydük!” diye sormuş biri boz öküze. “Biz” demiş boz öküz, gözleri nemli ve sesi pişmanlıkla titreyerek; “sarı öküzü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı.”