Korkmayın Sönmez bu Ampul!

 

Başbakanımızın tabiriyle açılan dava için zil takıp oynayanlar var. Doğrudur, ama boşuna düğün yapıyorlar. Diğer taraftan da siyasi ve demokratik yollarla parti kapatma zorlaştırılmaya çalışılıyor. Milli menfaatler doğrultusunda MHP, yine demokrasi adına gereken desteği veririz diyor. Siyaseten bakılınca tüm partilerimiz parti kapatmanın karşısında. Bu nedenle bu demokratik çalışmalara destek vereceklerdir. İşin iç yüzünü bilemeyiz. Ama görünen köy de kılavuz istemez. ABD başta olmak üzere AB tarafından da desteklenen tek başına iktidarda bulunan bir partinin kapatılması kolay olmasa gerek. Siyasette her şey mümkündür. Belki de ekonomik yönden çıkmaza giren ve yerel seçimler öncesi çıkış noktası arayan iktidarımızın planlı bir manevrasıdır. Körükleyen son çıkışlar da bu nedenle yapılmıştır. Kaç defadır mağdur duruma düşmekten fazlasıyla kazançlı çıkılıyor. Bu nedenle vatandaş olarak müsterih olunmalı, sağduyu ile gelişmeler dikkatlice izlenmelidir. En azından millet olarak yeni bir demokrasi deneyimi daha yaşayacağız. Aşağıdaki kıssadan hisseyi durumu daha iyi açıklamak için dikkatlerinize sunuyorum.

 

Siyasetçinin “İlm-i Siyaset” Okuyanı

Molla, Medresede okumakta iken, köydeki babası vefat eder. Babası ölünce, doğal olarak mollanın iaşesi kesilmiş. Fakir anacığı, ancak köydeki kardeşlerine bakabilmektedir.
Molla, medresedeki eğitiminin sonuna yaklaşmasına rağmen, okulu bırakmaya karar verir. Kararını hocalarına iletir. İlm-i siyaset dersinin hocası, karara karşı çıkar ve ilm-i siyaset dersini mutlaka okuması gerektiğini ve bu derste öğreneceklerinin bütün yaşam boyunca kendisine yardımcı olacağını ifade eder.

Molla geçim sıkıntısı içerisinde, söylenenler bir kulağından girer ve diğerinden çıkar. Nasıl olsa, aldığı eğitim bir köy imamlığı yapmasına imkan sağlamaktadır. Geçimini sağlamak için düşer köy yollarına.

Bir süre sonra, yaşlanma nedeniyle cami imamlığından ayrılmak üzere olan bir imamın bulunduğu köye varır. Durumunu köy muhtarı ve ihtiyar heyetine arz eder. Talep köylüce de olumlu bulunur ve köy camiine imam olarak göreve başlayacaktır. Yaşlı imam, görevi medreseli genç imama bırakacak ama, köylüye bir veda vaazında bulunmak için son kez hutbeye çıkmış ve başlamış vaazına. Tabii, torbadan yetişmiş. Yalan, yanlış bir sürü konu ifade edilirken; genç imam dayanamamış ve cemaate dönerek “Ey cemaat bu imamın söylediklerinin çoğu safsata, sakın inanmayın” demiş ama hiçte akıllıca davranmamış. Yaşlı imam da cemaate “Görüyorsunuz cemaat, bu mektepli takımı ne din bırakacak ne iman; şu densizin icabına bakıverin” lafını bitirmeden cemaat mollanın üzerine çullanmış.
Canını zor kurtaran molla, doğru medreseye gitmiş ve ilm-i siyaset dersini okumaya başlamış ve mezuniyetinden sonra yine düşmüş yollara.

Bu defa İstanbul'a yakın bir ilçedeki camiye gitmiş. Hutbede yine torbadan yetişme yaşlıca bir imam vaaz veriyor. Tabii bilgisi az lafı çok. Söylediklerinin çoğu safsatadır. Molla yine cemaate dönüyor ve “Ey cemaat, şu gördüğünüz imam ne de nur-u pak, sakalından bir kıl koparan cenneti boylar” diyor. Cemaat, imamı hutbeden indirdiği gibi başlıyor yolmaya. İmam bir süre sonra yolunmuş kaz gibi canını zor kurtarıyor.

 

Korkmaya hiç hacet yok. Zira başbakanımız okumuş ve gayet olgunlaşmış bir siyasetçi. Stratejik konumumuz ve yer altı yer üstü zenginliklerimizi çok iyi biliyor, pazarlamasını da çokiyi yapıyor. 2003 Mart Tezkeresinden beri gündemi kendisi belirliyor. ABD ile bile ilişikilerimiz eskisinden çok daha iyi. Demokratik diye adlandırdığımız Anayasa Taslağımızı güzide heyetle biz görmeden ön incelemeye deniz aşırı müttefikimize gönderiyoruz. Büyük orta Doğu projesi rafa mı kalkacak? AB ülkelerini bile avucunun içine almış bir liderimiz varken parti kapatmak kolay mı? Velevki kapatılsa ve yasaklı duruma düşse ne olur? Aslolan enerjisi elektriği kesilmesin, patlak ampül değiştrilir, tasarruf ampülü olur, watı büyük olan gelir, partinin yenisi kurulur. 2002 seçimlerinde yasaklı başkan en çok oyu almadı mı? Jet Fadıl yardımıyla 2003 Martında başbakan olmadı mı? 2007 Nisan ayında başlayan Cumhurbaşkanlığı seçim mücadelesinde "ampülleri patlatalım" hücumundan mağdur durumdaki Ak Parti"yi halkımız kurtarmadı mı? Aynı anti demokratik gayret sarfeder gözüken taraf sınır ötesi operasyonda siyaseten karşı karşıya gelmedi mi? Devlet ne kadar derin, Çubuk"tan derinliği görülmüyor ama TÜSİAD bile ekonomik buhran kapımızda önlem alınsın derken destek vermiyor mu? Gündemi belirleyenler ekonomik sorunlar ve yolsuzlukları hep gündem dışında bıraktırıyor. Kazan kazan oyununu en iyi içinden ve dışından siyaseti çokiyi bilenler oynuyor. Fakirler ve zenginler, siyasetçilerle aynı partide sağlam üç ayak üzerinde duruyor. Her durumda kaybeden de vergisini sessizce yada seslice ödeyen saf vatandaş kitlesi yani bizler oluyor.

 

Siyaset kazanında önemli olan halkın sağduyu ve aklı selim davranışla gelişmeleri çok iyi takip etmesidir. Ak Partililerin korkması gereken partinin kapatılması değil partinin her geçen gün erezyona uğramasıdır. Bu Ak Parti için değil iktidar veya iktidara namzet bütün siyasi partiler için kuraldır. Bu durum içerde de dışarda da aynıdır. Aynı tarihsel döngüyü CHP, Demokrat Parti, Demirel, ANAP, Erbakan, ve şimdi AK Parti yaşıyor. Ampülün içerdeki enerjisi azaldığında dışardaki kendiliğinden kesilecektir. Bu nedenle Adaletli Kalkınma hizmeti kaldırılıdığı rafdan indirilmelidir.

 

Bir parti idealist ve fedakar karizmatik liderin önderliğinde halka adil hizmet anlayışıyla kuruluyor ve samimi çalışmalarla da başarıya ulaşıyor. İlk iktidar döneminde vefalı ve cefakar hizmet erbabından dolayı genelde hizmet ön planda yolsuzluklar geride oluyor. Az da olsa insan tabiatı ve acemeliklerden kaynaklanan siyasi hatalar ve usulsüzlükler meydana çıkıyor. Bu dönemde liderler farkında olmadan hizmet verdiği genel arenada ve farklı çıkar ortamının da etkisiyle zamanla insan tabiatı gereği değişmeye başlıyor. Önce en yakın çalışma arkadaşları ve dava arkadaşları davadan uzaklaşıldığı için bir bir ayrılıyor. Halka hizmet anlayışı partiliye hizmet anlayışına, kazan kazan anlayışına dönüşüyor. Siyasi liderin yanında ise menfaattar kesim kalıyor, yenileri yamanıyor. Her yenilenmelerde, ki bu en ücra taşra teşkilatlarında bile böyle oluyor, vefakar dava gönüllülerinden siyaseti menfaatlerine kullanacak tüccarlar ve uyanık okumuşlar devralmaya başlıyor. İkinci iktidar dönemleri hizmet yerine avanta ve kamu hakkı paylaşma, paylaştırma dönemi oluyor. Üçüncü seçimlerde kaybedince ilk olarak son girenler terkediyor. İktidar olmayan yerde nimet olmadığı, sadece çaba olduğu için partide kalmak rasyonel bir davranış olmuyor. Yakın tarihimizde tek iktidar partisi olarak ANAP buna çok iyi örnek. Benzer şekilde AK Parti de aynı sürece girmiş görünüyor.

 

Hizmeti ön planda tutan Ali Babacan, Abdüllatif Şener, Abdullah Gül, Nimet Çubukçu, Kürşat Tüzmen, yeni katılan Günay, Çağlayan gibi her partiliyi takdir ediyoruz. Ama bu dönem geçen dönemi fazlasıyla aratmaya başladı. Unakıtan, Binali Yıldırım, Hüseyin Çelik gibi sunduğu hizmetten çok verdiği zarar olan bakanlar ve partililer de az değil. Belediyelerde yolsuzluklar ayyuka çıkıyor, hükümet örtbas etmeye çalışıyor. Bırakın sorumlular yargılansın ki parti aklansın. Gökçek Ankara Belediyesine 3.5 Milyar dolar borç takmış. EGO Gaz satışından gelen para ancak yarısı ediyor. Gökçek ayrı bir sorun, ilk iki devresi fena değildi, mecburiyetten üçüncü şansı verdik ama pişman etti? Alternatif sağduyulu aday yoktu. On dört yılda yapılan bütün hizmetleri toplasan ancak borcu kadar yapıyor. Paran yoksa oy alacağız diye kayden fakir yaratıp kamu kaynaklarını savurmanın alemi ne? Belediyecilik anlayışı buna mı döndü? Bizim Çubuk Belediyesi bile otobüs işletmeciliğinden trilyon zararlar açıklayabiliyor. Madem öyle ne diye binlerce kişiye yardım yapıyorsun. Düşküne verilene yardım denir, memlekette bu kadar düşkün varsa niye çaresine bakmıyorsunuz? Demokrasilerde şeffaf olmak lazım. Belediye gibi kamu kaynaklarını kullanan otoritelerin şeffaf biçimde SPK mevzuatı benzeri denetlenmesi ve ayrıntılı bilançolarının yayınlanması lazım. Başkanımız Ramazan"da 4.000 kişi diyordu, geçenlerde bir parti başkanımız 3.850 kişiye düzenli yardım yapılıyor diyordu. Eşleri ve anne babalarıyla beraber (çarpı 6, kardeşler ve diğer akrabalar hariç) 23.100 seçmen yapıyor. Biraz da esnaf olanlardan siyasetin nimetinden faydalananlarla sen de 25.000 seçmen. Toplam seçmen geçen seçimlerde 45.000 idi. Sonuç ortada Ak Parti Kör Ahmet"i de aday gösterse seçilirken, diğer partiler ne yaparsa yapsın kazanamaz hesabı yapılıyor. Ama aslında Ak Partililerin en çok korkması gereken bu yardımlar ve yerel usulsüzlükler olması gerekir. Yoksa ikinci devre son devre olacak.

 

Diğer önemli husus, parti kapatma dava sürecinde iddianameyi destekler tarzda partizanlar veya provakatörlerce ortaya çıkan menfi olaylardır. Özellikle türban polemiğinde İktidar Partisine yaranmak, daha iyi makamlara gelmek isteyen yada safiyane özünde öyle olan özellikle ikinci basamak idarecilerin kamu kurumlarında (başta sağlık kurumları, okullar ve diğer yerel taşra kamu kuruluşlarında) türbanlılara ve peruklulara karşı pozitif ayrımcılık, görev ve yetki paylaşımında kayırmacılık ile türbanlı olmayan veya eşi türbanlı olmayan, yada namaz kılmayan memurların kışkırtılmaya çalışılması gibi menfi olaylar resmi belgelerde sabit ve kanıtlanması kolay olduğu için doğrudan mahkemece delil sayılmaktadır. Bu nedenle siyasi yerel yönetimlerin ve yerel merkezi idarecilerin ikinci iktidar devresinde böylesi kritik bir evrede her zamankinden daha fazla hak ve hukuk konusunda hassasiyet göstermeleri gerekir. Kaş yapmak isterken bilinçsizce göz çıkartacaklara önce partili müsaade etmemelidir. Siyaset gerçekten ağır ve zor bir iştir.

 

Müslüman “dilinden ve elinden kimsenin zarar görmediği insandır” tanımını hiçe sayan bir anlayışla kamu kaynaklarını sarfedenler var ya, başta yerel yöneticilerimiz olmak üzere iktidar bunlara da dikkat etmelidir. Etimesgut ve Siirt arazi soygunculuğu bu anlayışa dayanmaktadır. İslam devleti olmayan bir devlette her türlü devlet kaynağını yağma etmeyi, vergi kaçırmayı, tüyü bitmemiş yetimin hakkını mübah sayan bir anlayış. Hırsızlık da her yerde hırsızlıktır. Kamu malı çalmak en büyük hırsızlıktır. Haşa, Allah kimsenin tekelinde değildir. Yüce Mevlamız, dinimiz islamı ve kitabımız Kur"anı açık ve anlaşılır şekilde göndermiştir. Büluğ çağına kadar müslüman olan insan, bundan sonra dinini seçme iradesine sahiptir. Peygamberimiz döneminde de böyle olmuştur. Başbakan da bunu kasdetmiştir.

 

Küçüklerin eğitim ve yetiştirilmeleri için olan zorlama hariç olmak üzere, rüştünü ispat etmiş birine zorla namaz kıldırtmak açıkça şirk koşturtmak ve koşmaktır. Allah dileseydi tüm insanları dosdoğru müslüman yaratamaz mıydı? Haşa “Allah yapamadı ben yapar ve yaptırırım” iddiası olur mu? Allah rızası dışında yapılan davranış ibadet midir? Yoksa açıkça para, mevki, makam için yada zulüm görmemek için midir? Buna şirk koşmak denir. Bundan ötesi dindarlık değil dinin istismarı, rant ve erk elde edilmesi için araç hale getirilmesidir. En büyük yalan nasıl ki Allah şahit gösterilerek yapılan yemindir, haşa kutsal olanın istismarı da en büyük istismardır. Önce kendimiz iman edip müslüman olacağız. Yaşantımız ve davranışımızla, emin oluşumuzla görenler de islam hakkında iyi düşünecekler.

 

Sağduyulu ve aklı selim olup hiçbir şekilde provakasyonlara gelmeyelim. Allah"ım şeytanın ve siyasetin şerrinden sana sığınırım deyip şehitlerimizin yadigarı Cennet vatanımıza sahip çıkalım.  Şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyor, Allah"ın selamı üzerlerine olsun diyorum.