Gözünü kan, kin ve nefret bürümüş güruh, önüne çıkan ne varsa yakıyor, yıkıyor; saldırıyor, parçalıyor, yer ile yeksan ediyordu.
Şaron’u kıskandıracak bir beyin kirletmenin parçasıydılar.
‘Kobani düştü düşecek’se neden Kobani’de değillerdi?
‘Halep ordaysa arşın burda’ hesabı mı yapıyorlardı?
Toplum mühendisliği işe yaramış; babası dedesi, anası ninesi ağzı dualı gönlü imanlı gençler, Zerdüşt bir zavallının ‘açtığı yolda gösterdiği hedefte durmadan yürüyeceklerine and içmiş’lerdi.
‘Varlığım Kürt varlığına armağan olsun’ katliamın kreması;
‘Ne mutlu Kürt’üm diyene’ ise sosuydu.
Putperestliğin Türkçülüğü olur da Kürtçülüğü olmaz mıydı?
……….
Halife Ömer’in fethiyle Mecusi Sasani zulmünden kurtulan Diyarbakır, on ikinci asırda Kudüs Fatihi Selahaddin’e beşiklik edecekti.
Diyarbakır, Haçlı ordularına aman vermemiş, Ermeni Taşnak Hınçak zorbalarına Mezopotamya’yı dar etmişti. Yüzyılın başında laik cuntaya direnmiş; Darkapı Meydanı, şehitlerini uğurlamıştı.
Kürtçe inkar serbest, Kürtçe iman yasaktı.
Şimdilerde ezilen ufalanan yok olan miras, Kandil’e ayarlı uzaktan kumanda ile tahrip ediliyordu. Kaybolan hayatlar, örselenen inançlar, sarsılan imanlar; acınası bir nesil türetmişti.
Tam da bu hengamenin ortasında, kaos provokasyon şiddet sarmalının göbeğinde,
“Kurbandır, et ulaştırmam lazım; fakir fukaranın garip gurabanın hakkıdır” diyen dört genç göründü.
Dört halifeyi andıran cesaret, ilim, adalet, şefkat abidesiydiler. Nur huzmesini andırıyordu, alınları.
Taksiden indiler; ellerinde poşetlerle. Kalabalığı yararak ilerlerken namert bir ses duyuldu: “Yakalayın, kaçıyorlar!”
Belli ki, Telaviv’le dost, Vaşington’la müttefik, Moskova’yla yoldaş, Belgrad’la sırdaş, Atina’yla oynaş hainler, bir tek müslümanı sevmiyorlardı.
Kürt’ün lgbt’lisi, şerlisi, dinsizi, densizi makbuldü. Meğer Nemrut ölmemiş, aramızda yaşıyordu.
Anlaşılan, Şeytan fazla mesai yapmıştı.
Yasin, Ahmet, Riyad, Hasan, apartmana sığındılar. Kalbi katı, vicdanı satılmış apartman sakinleri(!) almadılar onları. Sıkı sıkı kapadılar kapıları. Koskoca binada insan(!) kalmamıştı.
Derken bir ihtiyar kadın acıdı, merhamete geldi.
Lakin kudurmuş katil sürüsü, balkondan ip sarkıttı, daldı içeri. Rovelverlerini boşalttılar.
Dört aslan parçası oracıkta can verdiler.
Yetmezmiş gibi, üçüncü kattan sürüklendiler, bedenleri bir şey hissetmiyordu. Cansız vücutları çiğnediler, benzin döküp yaktılar, arabayla üzerinden geçtiler.
Cesede işkence yapan nekrofiller, halkların kardeşliği(!) adına yapıyorlardı bunu. Fakat katledilen Kürt’tü, Kürtçe konuşuyordu. Bir tek farkları vardı: Müslümandılar !
Bu da, ortadan kaldırılmaları için yeter sebepti.
Pensilvanya polisi, saatler sonra geldi. Haşhaş çekmişlerdi besbelli. Sanki ‘İşi bitirin, biz ordayız’ der gibiydiler.
Emniyet ile Adalet, tam bir rezaletti. Gözaltına alınan, tutuklanan yoktu. Aylar sonra zahmet edip birkaçını(!) aldılar.
Yaşananlar trajikomikti. Anlı şanlı Diyarbakır Barosu, kepenklerini kapatmış, başka hesaplar peşindeydi.
“Onların bir tuzağı varsa Allah’ın da bir tuzağı var”dı.
Yasin 16’sındaydı…
Okulunun evinin mahallesinin Yasin abisi, kardeşi, her şeyiydi. Analar çocuklarına, ‘Yasin gibi’ olmayı öğütlerdi. Ya Sin ‘Ey İnsan’
Riyad 28’indeydi… 2 çocuk babası. “Ben şehit olacağım” diye çıkmıştı evinden. Niyeti halis, gönlü yüceydi.
Hasan 25’inde… Bir çocuğu dünyaya gelecekti. Şehit babanın evladı, şehadet şuurunu kapmıştı, anne karnında.
Hüseyin 19’unda… Sabır yüzlü dev adam.
Kurbanlarınız kurbanlarınıza karıştı.
Çifte bayram yaşadınız. Hem kurban dağıttınız, hem kurban oldunuz Allah yolunda!
Selam size, müjde size!