Kalemini Şeytan'a satan adam!

Tarık Sezai Karatepe

 

Kalemini Şeytan’a satan adam!

 

Afgan diyarında Rus’u, Somali sahilinde Bush’u kutsayan ekşi surat kalemşör! Seksen yıllık ömründe nice çamlar devirdin, ne ocaklar yıktın!

Devr-i sabıksın artık. İnanmıyor, kimse sana. Cici çocukken geldin Istanbul’a. Keşfettiler. Alladılar pulladılar seni. Bir güzel tezgahtan geçirdiler. Farkettiler, sendeki cevheri.

‘Ne oldum!’ demeden istihbarat şefiydi, vazifen. ‘Ne olacağım!’ demeye başladın, ay geçmeden.

‘Seni İngiltere’ye gönderelim!’

Gözlerin parladı. İyi çocuklar gibi, gittin buralardan. Reşit Paşalar, Şinasiler, Ziya Paşalar, Namıklar… hangi kulvardan geçmişse sana da layık görüldü, aynıları. Neyin eksikti!

Tanzimat’ın altın çocuğuydun, ilkelerin ürkek bekçisi... Kıblen Londra, minberin Paris, mihrabın Roma... 

Akılcılık şuurun, rönesans gururun, reform umudundu. Kalmışsa bir elhem, üç gulhü kulağında, onu da silip attın çarçabuk. Bab-ı Ali’de Jöntürk yemini edilirdi, fermasonlar aşkına.

Hinoğlu hindin. Alıştın, ayak oyunlarına. Cağaloğlu Cezeri Camii’nde ezanlar ‘Tanrı Uludur!’a ayarlıydı. “İşte çağdaş Türkiye!” dedin, göğsün kabardı. Yanındakine döndün, “Valla azizim. Dünyada, İslam’ın en iyi yaşandığı ülke burası!”

Lakin bir kez bile düşmedi yolun, hep gönülden severdin. Her nasılsa kalpten bağlıydın, inancına(!) İman, kişi ile Rabbi arasındaydı, nitekim. Namaz, oruç, hac, zekat… gösterişti, zannınca.

Aydınlı Efe iş başına geçince nutkun tutuldu. Konuşmadın günlerce. Bıçak açmadı, ağzını.

“Sen bunca uğraş, didin, yırt kendini. 31 Mart, Menemen, Takrir-i Sükun, Gezici İstiklal Mahkemeleri… Elinden geleni ardına koma! Elin oğlu gelsin, tulum çıkarsın sandıktan!”

Seçimle gelenin, atanmış ajanı olurmuş. Bilgi topladın yıllarca. Klasörler dolusu suçtu, Menderes’in yaptığı(!)

Hiddetlendin, gözlerin kızardı. Dulukların şişti. Geçtin, daktilonun başına:

“Sen kim oluyorsun da ‘Allahu Ekber!’ dedirtiyorsun, minareden! ‘Tanrı Uludur!’ neyine yetmiyor. Gün gelir, sormaz mıyız hesabını! Meclis kürsüsünden söylediğin de cabası:

‘Bu millet isterse, İslam’ı da biz getiririz!’ demez misin? Suyun ısındı artık!”

27 Mayıs’ta Madanoğlu senden aldı, kırmızı dosyayı. Taltif edildin, başyazardın bir anda. Çekeceği vardı senden, nur halkası bacıların, Mekke yolcusu hacıların.

İmkanlar önünde, mümkünler arkanda. İkinci Cumhuriyet’i birlikte kurdun. Kimler yoktu ki, esame listende… Nesin, Akbal, Selçuk, Anday, Halman, Velidedeoğlu… A takımıydın, kartelin.

67’de bu asrın en yiğit kızı Hatice Babacan, İlahiyat’ı tesettürüyle sarsınca, statükoya destek veren sendin, Ankara’da! Oyun bozulmuş, ‘din’ girmişti, okula. Tedbir almalıydın. Aydınlanmacı Devrim, riske atılamazdı.

Karalama tutmadı. Birler onları, onlar yüzleri çağırdı, umuda. Gerçi Tek Parti kurmuştu, devleti. Anayasa onun, kurumlar onun, legal onun, illegal onundu. Çarpıştırır gençleri, sonra çarpanlara ayırırdı cümlesini.

Defoluları 71 Cuntası’na teslim eder;  Gezmiş, İnan, Çayan ipe gidince timsah gözyaşı dökerdin, ardı sıra.

Asparagas ustasıydın. Konya Zaferi’ni görmezden gelir, Kıbrıs’ı Karaoğlan’a mal ederdin. İşin gücün üç kağıttı. Seven de sevmeyen de huylanırdı halinden.

Darbesever oldun, 12 Eylül 80 sabahı. Cunta’nın arzuları emirdi, senin için. “Paşa hazretleri Muğla’da… Bodrum’da yatta. İstirahat ediyor, şu ara…”

Gel zaman, git zaman hesaplar karıştı. Alnı secdeye değen bir Reisicumhur vardı, Çankaya’da nihayet. O da bir fail-i meçhulle göç ederken dünyadan, Konsey, Üstün Hizmet Nişanı verdi, sana.

Tavşana kaç, tazıya tut! 96’nın modası, 97’nin rüyasıydı. Kalemşörlerin, namusu unutmuş, iffeti çıkarmıştı, sözlükten. Hedefe ulaşmak için, mübahtı her şey. İktidar alaşağı edilmeliydi. Böyle buyurdu Telaviv!

Sırtın sağlamdı, bir bakıma. Liberali, sol/sağ milliyetçisi danışıklı dövüş için ringe çıkarken ellerini ovuşturan sendin. İmralı’nın tamponu, Susurluk’un kamyonu sana çalışıyordu. Ne büyük ikram!

“Yeryüzü geniş değil miydi?” Yüce Emri’ne sığınarak Viyanalara, Ottovalara, Berlinlere… uçup giden nur halkası bacılar, mezun olup gelince Tesettür ve Zafer Bayramı’nı kutladılar, Ankara’nın en büyük salonunda.

İşte o zaman yıkıldığının resmidir. Dilin dolaşmış, nutkun tutulmuştu. Yüz felci geçirmiştin, bir anda. Daha da iflah olmadın.

Yoğurdun ekşisi ayran olur. Ya insan ekşirse! Teneşir temizler, artığını. Yere göğe sığmaz. Gecikirse defin işi, koku sarar, her yanı. Maskeli emekçiler bekletmez. Alır götürürler. Sırıkla atarlar çukura, Ebu Cehil misali.

‘Can çıkmadan…’ demişler, ‘huy çıkmaz!’ Atasözü sonuçta, istisnalar kaideyi bozar. Bir kurtuluş kapısı var, sana da.

Bak kovuldun, en sadık kapından. Defnetmeden defettiler seni. Son kullanılma tarihin geçmiş, anlaşılan.

Deforme olmuşsun. Sözün dinlenmiyor, ahir ömründe. ‘Erzel-i ömür’ derler. Ne yaptığını bilmeyen, meczup bir çağdasın. İmza yetkin bile yok. Elinden alırlar, her şeyini.

İyi düşün, iyi belle: Kimse anasını satmaz, bu ülkede!

 

Tarık Sezai Karatepe

Yazar

0545 208 10 80