Benim için Ramazan duruluktur, sakinliktir, aynaya bakmaktır. Bir nevi inzivaya çekilme teşebbüsüdür. Onun için Ramazan’da görkemli iftar davetlerine gitmemeye çalışırım. Tanıdıkların çok olduğu camiye gidip teravih namazını kılmamaya çalışırım. Bu anlayışı nereden edindiğimi bilmiyorum. Ama bana huzur verdiği bir gerçektir.
Elazığ’da da en eski camilerden olan Ulu Cami’de (Artuklu döneminde- MÖ: 1156-1157) ibadetimi ifa etmeye çalışırdım. Ulu Cami sadeliği ile bana huzur verirdi.
İstanbul’da Ramazanı ilk defa yaşıyorum. Bu nedenle Ramazan telaşlı, ürkek ve heyecanla beklediğim bir ay oldu. Ulu Cami benim sığınma mekânımdı. Ama İstanbul’da bunu nerede bulacaktım.
Kendime göre bir plan yaptım. Resmi davetleri bir kenara bırakarak camileri mekân edinmeye karar verdim. Önce Sultan Ahmet Cami ve meydanı. Yarabbi bu mekânı ve heyecanı bana yaşattığın için şükürler olsun. Sonra Fatih ve Süleymaniye Cami’leri. Sanki Enderun Teravihi'ni yaşadım buralarda.
Eyüp Sultan’da sahuru yaşamak istedim. Ancak her sahur, büyük bir cemaatle dolup taştığı için nasip olamadı.
Sonra Üsküdar Yeni Valide Camii'nde (Gülnuş Valide Sultan Camii) yaşanan bir huzur.
Çamlıca tepesinde iftar açmanın keyfini ise geçen sene tatmıştım.
Ulu Cami’de Selçuklu heyecanını yaşamıştım. Sultan Ahmet Cami’de ise Osmanlı’yı, mahallemde bulunan Hacı Ömer Çetinsaya Cami’de ise Cumhuriyeti yaşadım sanki.
Artık Ramazan'ın iklimine girmiştim bir kere. İstanbul’da Ramazan’ı yaşamayı anlatmak çok zor artık. Ancak yaşamakla olur bu duyguları anlamak.
***
İstanbul’da Ramazan’ı anlatmaya çalışmayı bırakıp Ensar Cevval’in şu mısralarına gönül verelim.
Hiçbir şehir, İstanbul gibi güzel kokmuyor Ramazan akşamlarında, Hiçbir şehir İstanbul gibi Ramazan kokmuyor İftar saatlerinde, Çok şehir dolaştım; lakin İstanbul başka Eyüp, Üsküdar, Ayasofya manevi bir alem Burada kuş ötüşleri, çiçek kokuları bir başka Burada taşların kokusu bile tariftir aşka... Sabahtan başlar telaş, hissettirir kendini caddelerde, sokak aralarında, evlerde... camı açık pencerelerden yayılan Kur'an sesleri ve huşu içinde diz çöken Üsküdar Camileri... hemen hemen her semtte bir iftar çadırı ve her birinin kapısı da sanki Arafat meydanı. Belki, çocukluğumuzdaki iftariyelikler Omuzda taşınan oruçlu çocuklar yok; ama ezan seslerini bizim gibi bekleyen çocuklar gördüm gözlerinde bir şeyleri kazanmanın mutluluğu ile yarı baygın bakışlı nurani yüzlü çocuklar. Minarelerden yayılınca Allah u Ekber sesleri İslambol İstanbul’a karışıyor her zerresi ile dudaktan damağa yayılan su sessizliğinde; Müslüman’ı, Musevisi, Rumu, Ermenisi doğulusu, batılısı, kaçağı, işçisi...
***
Son olarak, keşfetmeye başladığım İstanbul için şunu söyleyebilirim: İstanbul Türkiye’nin beyni denmişti. Bana göre Beyin ile kalbin birlikte yaşamaya çalıştığı bir şehirdir İstanbul. Farklı mürekkep damlalarının gizemli suyun üstüne damlatılarak oluşturulan muhteşem bir ebrudur İstanbul: Lale, gül ve karanfil ebruları. Ne mutlu bize…