Tasavvuf yolu Nakşibendî zincirinin yirmi üçüncü halkası İmam-ı Rabbânî Hazretleri, H.971 yılında Hindistan’ın Serhend kentinde doğmuş, 63 yaşında iken yine aynı yerde H.1034 yılında vefat etmiş olup, kabr-i şerifleri aynı yerdedir.
İmam-ı Rabbânî olarak bilinse de, asıl adı Ahmed’tir. Hz.Ömer’in 28.Nesil torunu olduğundan Fârukî ünvanı verilmiş, zamanın İslâm âlimlerince ikinci binin yenileyicisi anlamında “Müceddid-i Elfi Sânî” denilmiş, Serhend beldesinden olması yüzünden Serhendî denilmesiyle, bütün bu vasıfları birleşince; İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elfi Sânî Şeyh Ahmed-i Farûkî Serhendî denilmektedir.
Babası Abdülehad Efendi âlim ve fâzıl bir zat idi, İlk derslerini babasından tahsil edip hafız olduktan sonra onun vefatıyla, büyük âlim ve mütesavvıf Muhammed Bakî-Billah Hazretlerine talebe oldu ve ondan icazet alarak memleketine döndü, hemen ders ve irşada başladı.
Hocası ve Üstazı Muhammed Bakî-Billah, gözde talebesi ve gelecekte vekili olarak büyük hizmetler göreceğini keşif ve keramet olarak bildiği Ahmed’e, takvası yüzünden “İmam-ı Rabbânî ünvanı vermişti. Nitekim daha sonraki parlak hizmet ve irşad yıllarında, zamanın âlimleri, talebeler ve müridler ona SILA (Birleştiren) demişlerdir. Zira o Din hükümleriyle Tasavvufun farklı olmadığını ve dinden ayrı bir tarikat olamayacağını ortaya koymuş, ikisini bütünleşmiştir.
İmam-ı Suyûtî’nin Cem’ul-Cevâmi adlı eserinde yer alan bir Hadis-i Şerifte “Ümmetinden SILA isminde biri gelir, onun şefaat (gayretiyle) birçok kimse cennete girer” buyurulmuştur. SILA sıfatı İmam-ı Rabbânî’den önce ve sonra hiç kimseye uygun görülmemiştir. Zaten 2/6.mektubunda kendisi ”Beni iki derya arasında SILA yapan Allah’a hamdolsun” buyurur.
Hz.Peygamberimizden sonra kıyamete kadar Peygamber gelmeyeceğinden, her yüz sene başında bu ümmete Allah için dinini yenileyecek bir zat (müceddid) gönderileceği Hadis-i Şerifle bildirilmiştir. Hz.Peygamberimizden önceki dönemlerde ortalama her bin sene de bir Peygamber gönderilirdi. Buna göre bin sene sonra, on birinci asrın başında H.971 yılında İmam-ı Rabbânî Hazretleri dünyaya gönderilmiştir.
Hz.Peygamberimizden bin sene sonra gelip, ikinci bin yıllarında İslâm dinini ihya edecek, dine sokulan sapık bid’atları temizleyecek ve SILA görevi yapacak âlim, fâzıl, ârif ve tam vâris bir zatın gönderilmesi hikmete ve teâmüle uygundur. Nitekim hadislerde bildirilen bu mühim tecdid ve irşad hizmetlerini İmam-ı Rabbânî Hazretleri hakkıyla tam olarak yaptığı için, dönemin İslâm âlimleri ve sonraki yıllarda gelmiş âlimler hepsi ittifakla ona, MÜCEDDİD-İ ELFİ SÂNÎ demişlerdir.
Hanefî mezhebine tâbî bu büyük zatın en önemli eseri MEKTÛBÂT’ta sıkça, Rasûlüllah Efendimizin sünnetini ihya etmeyi ve şeriata tam uymayı tavsiye etmiştir. Şeriata uymayan ve sünnete aykırı hallerin tarikatta asla yeri olamayacağını dâima vurguladığından, bu husus Nakşî-bendî yolunun ana özelliği haline gelmiştir.
Bazı sözleri şöyledir: “Kıyamete kadar yolumuza gireceklerin isimlerini Allah-ü Teâla bana bildirdi. Bu yol kıyamete kadar evlatlarım vasıtasıyla devam edecek, İmam-ı Mehdî de bu yol üzere olacaktır”
Diğer bir sözü:”Zekât niyetiyle bir kuruşu bir fakire vermek, başka bir niyetle binlerce kuruş vermekten daha faziletlidir. Zira bu, bir farzın edasıdır. Diğerleri ise nafiledir” “Allah’ım! Ölüm bizi uyandırmadan önce sen bizi gafletten uyandır”
Rabbim hepimizi yolundan ayırmasın, şefaatlerine nâil eylesin.