Kişi kendi dini, tarihi, coğrafi aidiyetine ve zamana ait doğru bilinç taşımadıkça ne yaşadığı çevre ve kültür ne de başka kültürlerle sağlıklı ilişki kuramaz. Kendi değerlerini başkaları üzerinden tanımlayıp anladıkça da pusulası asla doğru yönü göstermez.
Doğru istikamette yol alabilmek için de eleştirel düşünceye, alternatife, muhalefete mutlak manada bir ihtiyaç vardır.
Aydınlanmacıların uydurduğu söylense de ünlü bir hikâye anlatılır: Kilise papazları kırk gün bir atın ağzında kaç diş var, diye kitapları karıştırmış durmuş. Bulamayınca, genç bir rahip çıkıp Efendim demiş, kırk gün kitap karıştıracağımıza atın ağzını açıp dişlerini sayamaz mıydık? diye fikir beyan edince hemen aforoz edilip kiliseden kovulmuş.
Malum olduğu üzere kilise inancına göre kitapların yazmadığı bir şey hakikat olamaz, olmayan hakikat ise araştırılamaz.
Yine Atinalı meşhur felsefeci Sokrates"in nefsine hâkimiyeti ve demokrasiyi savunduğu için hapsedilip idama mahkûm edildiğini çoğumuz biliriz. Her türlü bozuk düşünce ve ahlâksızlıkla mücadele eder. Kısaca muhaliftir. Eleştirir, sorgular.
Ama şehrin tanrılarına inanmamak ve onların yerine başka tanrılar koymak ve böylece gençliği zehirlemekle suçlanır. Sonuç; idam.
Sorgulanamayan, peşin peşin doğru olduğu kabul edilen ve sadece doğrulukları üzerine çalışmalar yapılabilen düşünceler, zamanla dinamizmini kaybederek köhneleşmiş ve tarihin tozlu raflarında yerlerini almaya mahkûm olmuşlardır.
Toplumsal bir atalet durumunda, topluma yön verecek kimseler kabuklarına çekilip meydan meddahlara kaldığında düşünsel dinamizm zamanla kaybolur. Var olan, muhafaza edilmeye çalışılan düşüncelerde toplumun gerisinde kalır.
İşte felaket de o zaman başlar. Artık meçhule doğru sürüklenmeye mahkûm olursunuz. Tutunmak istesiniz, ancak tututanacak dallarınızda bir bir budanmıştır. Nereye kadar ve nasıl sürükleneceğiniz de belli değildir. Ama gideceğiniz yerin ait olmadığınız yer olduğu kesindir.
Peki, bu gidiş durdurulamaz mı?
Kimse bizden yoktan bir şey var etmemizi beklemez.
Var olan bilgilerden, düşüncelerden ve görüşlerden taze bir anlayış ortaya koyabilmek, bu topluma ait ve bu toprağın kokusunu taşıyan değerlere dinamizm kazandırabilmektir.
Farkına varmak için sorgulamak, çoğu zaman önce hayır demek gerekebilir.
Her gün tekrarlasak da hayır demenin erdemini yakalayarak yürüdüğümüz yolun farkına değiliz belki.
Kelime-i tevhid La ile, yani hayır ile, bir itirazla başlıyor. Bir ret ve farkında oluş. Her La deyişte bir yenilenme ve bir diriliş.
Yine çok önemsediğim bir isim olarak Nurettin Topçu"nun hareket felsefesi gelir aklıma.
Hareket felsefesi 18. yüzyıldan beri batıda gelişen materyalist pozitivist akımların karşısında insanlığın kurtuluşunu ahlaki ve moral değerlerin yükselişinde gören maneviyatçı görüştür. Bu görüşün temeli de isyan ahlakıdır.
İnsanın içinde bulunduğu şartlara karşı sorgulayıcı ve özgürlükçü tutumunu ortaya koyan bu ahlakın temelinde ki isyan, insanın her şeyden önce kendi tabiatına dar ve bencil arzularına karşı isyandır.
Çünkü ancak nefsinin zorbalığından kurtulan insan evrensel sorumluluk yüklenebilir. İşte o zaman zorbalara karşı bir tavır ortaya koyarak insanlığın erdemini savunabilir.
İnsanın kendiyle savaşmadan, çile çekmeden gerçek bir isyan ahlakına sahip olması düşünülemez. Yalpalamadan, dik ve vakur yürümenin yolu bu gerçeğin farkında olmakla olur.
Çünkü kendiyle savaşamayanlar ne bir düşüncenin savunucusu, ne sorgulayıcısı ne de hamisi olabilirler.
Atın dişlerini öğrenmek için kitabı karıştırmaya devam ederler