Onlar bu topraklarda büyüdü.
Çubuk çayının çamurlu suyunda yüzüp, Atçayırı’nın kızılcık şerbetine dönmüş gelincik tarlalarında koşturdular.
Cumhuriyet tarihinin ilk ihtilalcileri, Menderes’i hunharca astığında babalarının yasını anlayamayacak kadar küçük, ama 68 kuşağının estirdiği havadan 12 Mart’a doğru giden dönemde, onlar da hayata ideolojik olarak bakacak kadar büyük yürekleri vardı.
Çubuk’ta artık “softa bir isyan” olarak maruf Ticaniliği getiren Pilavoğlu değil, mektep görmüş bir kuşak vardı. Ankara’dan öğretmen, şef, murakıp olarak tayinle gelen ideoloji yüklü abileri vardı bu gençlerin. Fikirler sözle değil, artık kitapla dimağlara nakşediliyor; alıcısı da esnaf değil, mektepli gençler oluyordu.
İçerden Necip Fazıl, Mehmet Akif, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil dışarıdan Mevdudi, Afgani, Hasan El-Benna, Seyyid Kutup, İkbal okuyorlardı. Öyle bir havaya girmişlerdi ki ilim öğrenme aşkı ile yaşı 14-15 olan bu gençler dini kendi dilinden öğrenmek için Şam, Kahire yollarına düşüyor, sınırdan jandarmalar geri çeviriyordu.
Düşünmeyi, sorgulamayı doğal bir değer olarak Büyük Doğu, Bugün, Diriliş, Edebiyat Dergisi gibi periyodik yayınları okuyarak İslami bir iklimde içselleştirmişlerdi. Bu yayınları pür dikkat takip ediyor, ne sağ ne sol, “Tek Yol İslam” diyorlardı.
Son elli yıldır bu memleketin gördüğü en ağır yabancılaşmayı durdurmak gerekiyordu ve bu silahla, anarşi ile değil fikirle, edebiyatla mümkündü. Başka türlüsü kalıcı olmazdı.Bunun için düşünmek; düşünmek için bilgi; bilgi için okumak gerekiyordu. İlahi kelimetullahı çağa şamil kılacak yorumlara ve pratiğe ihiyaç vardı. Başka türlü dünyayı kapitalizmin, komunizmin elinden kurtarmak mümkün değildi.
Çubuk’ta, bir ideoloji, bir dava bilinci ile ilk kitabevini bu gençler açtı. Dernekleşmeyi ilk bu gençler yaptı.
Sol örgütlerde olduğu gibi bunların arasında da fraksiyon farkı olsa da bunlar ırmakta kayboldu. Zaten ırmağın suyu hep aynı yöne akmaz mıydı!
İşte Çubuk’ta bu iklimde yetişen 70’li yılların gençleri 12 Eylül’ü, neo-kapitalizmi, postmodern 28 Şubat’ı herkes gibi kekrek bir ürkeklikle, kurşuni bir havada yaşayıp; AK Parti ile başlayan dönemde İslamcılığın cumhuriyetle barışmasına şahit oldular, hatta eşlik etiler.
Bu insanların bir kısmı çok önceden girdikleri ama geride tutuldukları, mürteci görüldükleri Ankara bürokrasisinde kayda değer yerlere geldi. Bir kısmı ise bu meşrulaşma sürecine öne geçmiş dava arkadaşlarını temkinlice izleyerek bu sürece sonradan dahil oldu.
İçinde bir sürü eksik, yanlış olsa da; uygulama teoriye bire bir uymasa da ne zaman bu kitleselleşen hareketin özünü koruduğunu ve sırf bunun için denizaşırı üst akıllar, sınır ötesi devasa ve binbir türlü güçlerin devreye girdiğini, takiyyeci, protestan ve proje müslümanlarının bu güçlerle ittifak yaptığını gördüklerinde, iktidarın kendilerine bir dönem prim vermemesine aldırış etmeden görev almaya başladılar.
İşte bu yazı ve devamının konusu son bir kaç yıldır ilçemizde görev alan bu insanlarla ilgilidir.
Uzun bir girişle belki okuyucuyu sıkmış olabilirim. Ancak Çubuk’ta eskiler bilse de, bugünün kamuoyuna bu insanların anlatmak gerekiyordu. Son dönemde bu kuşağın gölgesinde yetiştiği halde bağnazlığı şiar edinip, fesat ve kıskançlıktan damarları çatlayan, Çubuk’u kasaba çıfıtlığına çevirmek isteyen, “Momos”dan rol çalmaya çalışan sözde medyacı(!)larına karşı olgunluk döneminde Çubuk’a hizmet etme fırsatını yaklamış bu güzel insanların tasvir edilmemesi eksik olurdu.
Bunlar kim mi? Bir sonraki yazımızda inşallah….