Cumhurbaşkanlığı seçimini saymazsak geçen haftaya damgasını vuran iki önemli açıklama vardı.
Birincisi 'Türk Tarihi ve Kültüründe Avşarlar' konulu sempozyumda konuşan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun Türkiye'de yaşayan Kürtler'in Türkmen kökenli, Kürt Alevileri'nin ise Ermeni kökenli olduğunu ileri sürdüğü konuşmasıydı.
Halaçoğlu daha sonra sözlerinin yanlış yansıtıldığını kendisinin "bugünkü Kürt Aleviler Ermenidir demediğini... tehcirden kurtulmak için kendilerini Kürt ve Alevi olarak gösteren Ermeniler" olduğunu söylediğini ileri sürse de tepkilerin odağı olmaktan kurtulamamıştı. Halaçoğlu, her şeyden önce bir bilim adamıdır. Bir bilim adamı sıfatıyla yapılan bu konuşma elbette bir takım belgelere dayandırılmıştır. Ancak belgelerin önemi kadar bu belgelere yaklaşım tarzı ve onları yorumlama biçimi de önemlidir.
İddialar bir yana, Alevilik, 19. yüzyılın sonlarından itibaren bir üst kimlik olarak kullanılmaya başlayan bir kavramdır. Alevilik (Kızılbaş, Çepni, Tahtacı, Bektaşi vb. kapsar) Türk tarihinin en önemli göç dalgalarının neticesinde ortaya çıkmıştır. Temelinde Türk kültürü olan, vahdet-i vücut görüşünü benimseyen, mezhep kaygısı fazlaca taşımayan sufilik anlayışı ve ehl-i beyt sevgisiyle yoğrulmuş bir farklılaşma hareketidir. Osmanlıların Kürtlere birtakım ayrıcalıklar tanımasıyla Alevilerin bazılarının Kürtleşmesinden bahsedenler olmakla birlikte, net ve kesin olan bir şey vardır ki Alevilikte en temel payda Türklüktür.
İkinci önemli açıklama ise Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na veda eden Org. Faruk Cömert’in veda töreninde yaptığı konuşma idi. Orgeneral Cömert konuşmasındaTürkiye’nin çok önemli bir potansiyele sahip olduğunu belirtiyor, bu potansiyel güç harekete geçirilebilirse, kısa zamanda dünyanın en güçlü ülkeleri tarafından dahi sözü dinlenen bir ülke olmamız mümkün olduğunu ifade ediyordu. Orgeneral Cömert’e göre bu konuda bizler için en büyük engel, tüm farklılıklarımızı vatan sevgisi potasında bir türlü eritememek ve birbirimizi yeteri kadar anlamaya çalışmamaktır. Demokratik olgunluğumuzu pekiştirdiğimizde, birbirimizden kuşku duymak yerine birbirimizi daha iyi anlamaya çalıştığımızda, sorunlarımızı açık yüreklilikle konuşarak, düşüncelerimizin farklılığından kaynaklanan dinamizmi harekete geçirebildiğimizde, terörün son bulması ve yaşam standardımızın yükseltilmesi de dahil, ülkemizin bütün problemlerinin üstesinden gelmemiz hiç de zor olmayacaktır.
Basının yeterince üzerinde durmayarak hak ettiği ilgiyi her nedense göstermediği bu konuşma bir vizyon konuşmasıydı. Bir demokrasi dersiydi. Türkiye’nin meselelerine ufuk açıcı bir yaklaşım tarzı getirmekteydi. Devletin en üst kademelerinden gelen bu konuşma Türkiye’nin artık yapay gündemlerden çıkıp gerçek gündemine gelmesinin ne kadar önemli olacağının bir göstergesidir. Tarihin kendisine yüklemiş olduğu büyük devlet olma misyonuna uygun bu söylemler, Türkiye’nin yeni bir sıçrama yapmasında ve tarihte yeniden özne olabilecek konuma gelmesi noktasında heyecan bizlere heyecan vermiştir.
Bir demokrasi dersi olan bu konuşma ayrılıklardan çok birliktelikleri ön plana çıkarmakta, farklılıkları bir ayrışma ve tehdit olarak görülmemesini isteyerek birbirimizi anlamaya çağırmakta. İşte sorunlarımızı çözmede en çok ihtiyacımız olan da bu zaten.
Türkiye’nin meselelerini çözmek elbette kolay iş değildir. Büyük devlet olmanın zorlukları vardır. Küçük hesaplaşmaları ve siyasi çıkarları düşünmeden bu toprağın insanına yakışır bir şekilde büyük düşünebilmek meselelerimizi çözümsüz olmaktan çıkaracaktır. Ama çözüm etnik kökene vurgu yaparak ayrışmaları tetikleyebilecek bir yaklaşım tarzı yerine farklılıklarımızı birlikteliğe dönüştürmeden geçiyor. Sanırım başka çaremizde yok gibi.