İHLÂS VE SAMİMİYET

ŞEVKET TANDOĞAN

          Günümüzde çok aranan, ama az bulunan ihlas ve samimiyet denilen iksirin önem ve değerini ne kadar anlatsak tam ifade etmiş olamayız. Gerçekçi, ihlaslı, samimî, candan ve içten davranan örnek insanlar çok az. Zira hayatın her alanında ve her aşamasında bunun özlemini çekiyor, mum ışığıyla arıyoruz. İkiyüzlü insanların sergilediği sahte gülücükler, göstermelik sunî işler, yapmacık dostluklar ve menafisine dayalı riyakâr görüntüler kol geziyor.

          Halbuki, içi dışı bir, zikzaksız dosdoğru, yönü hakka dönük, kıblesi belli, sözüne güvenilir hak adamı olanlar, insanlardan itibar görür, herkesin sevgi ve saygısını kazanır, böylece de başarıyı ve iç huzuru yakalarlar. İhlâs ve samimiyetle yapılan ibadet ve ameller (işler) küçük ve az da olsa, çok değerli ve makbuldür. Sahte ve yapmacık işler ise büyük de olsa değersizdir.

         Şunu açıkça ve rahatlıkla söyleyebiliriz ki; bütün işler niyete göre değerlendirilir. İyi niyetlerle Allah için yapılan işler güzeldir. İhlasla atılan samimî adımlar hedefe ulaşır. Özünde samimiyet bulunan hamleler, küçücük bir kartopunun yuvarlanarak koskoca bir çığ gibi büyümesine benzer. Ancak riyakârlıkla yapılan şov amaçlı işler ise saman alevi gibi kısa süre parlasa da sönmeye mahkûmdur. Bu tip içi boş işler şişirilmiş kocaman bir balona benzer ki, küçük bir toplu iğne ucu ile söner.

          İhlâs ve samimiyet sahibi olmak için; öncelikle aklımızı ve beynimizi kullanarak kalbimize tevhit akidesini yerleştirmek ve orada kökleştirmek gerekir.  Allah rızası haricindeki, tüm parazitleri, gizli-açık şirk düşünceleri gönlümüzden, kafamızdan temizleyerek, oradaki putları kırmak ve yıkmak şarttır.

          Bunun için, öncelikle bünyemize yerleşmiş bulunan kendi Nefis putunu kırmalıyız. İşlerimizi kendi egomuzu tatmin için değil, sadece Allah için yapmalı. “Ben bilirim, ben yaparım, ben, ben” demek yerine, biz demek suretiyle âciz bir kul olduğumuzu bilmeliyiz. Zira dizginlenmeyen, enâniyet içindeki Nefs-i Emmâre nicelerini felâkete sürüklemiştir.

          Diğer tehlikeli bir husus; işlerimizi Allah için değil, insanların beğeni ve takdirini kazanmak için, yani gösteriş, riya ve reklam için yapmaktır. Şöyle ki, hürmet ve saygı makamındaki bazı kişileri aşırı yücelterek, ya da menfaat umarak, işi ona göstermek, şirin görünmek suretiyle, sırf Allah rızasını gözetmek yerine o kişinin gözüne girmeyi hedeflemek, riyakârlık ve münafıklıktır.

          Kolaycılık, gösteriş, çıkar hesabı, nefsi tatmin ve kula kul olmak basit insanlar için gayet caziptir. Riyakârlar türlü şaklabanlığı yaparak, yağcılıktan hoşlanan kişileri kandırabilir ve makbul sayılabilirler, ancak Allah’ı kandıramadıkları gibi, basiret sahiplerini de kandıramazlar.

          Sonuç olarak: her kes samimiyet testinden geçiyor. Çeşitli zorluklar, sıkıntılar, belâ ve musibetlerle sınanıyoruz. Çizgisini değiştirmeden, niyetini bozmadan, doğru yoldan sapmadan engelleri aşabilenler İhlas ve samimiyet içindedirler. Peygamberler ve onların varisi üstazlar; ihlas ve samimiyetin sembolü olmuşlar, tüm zorluklara karşı, Allah’a sığınıp tevekkül ederek sadece ondan yardım istemiş, ona kul olmuşlardır.

          Ehlince malûmdur ki; şefaat, tevessül, rabıta, istimdat, istiâne ve istiâze haktır ve güzeldir. Ancak buradaki hassas çizgiyi aşmadan ve şirke düşmeden tevhidi korumak gerekir. Bunlar sadece Allah'a ulaşmak ve onun rızasını kazanmak içindir. Eğer araç, amaç haline getirilirse gizli şirktir.