Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından dinin yeniden ön plana çıkmaya başladığı Rusya geçen hafta bir konferansa ev sahipliği yaptı.
Başkent Moskova'da düzenlenen 'Sürdürülebilir Kalkınma İçin Kültürler Arası ve Dinler Arası Diyalog' adlı Konferansa katılanlar arasında yer alan Rusya Devlet Ekonomi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Leonid Sükyanin, komünizmin dinin toplum üzerindeki etkisini inkâr etme çabasının başarılı olamadığını belirtiyordu. Aynı bilim adamına göre Sovyetler döneminde dinin belli bir döneme ait olgu olduğuna ve zamanla da yok olacağına inanılıyordu.
Dini ve ona ait değerleri hiçe sayarak toplum hayatından dışlamaya çalışmak elbette sadece Sovyetler Birliği’nin işi değildi. Büyük Frederick'ten Voltaire'e, ondan Comte ve F. Engels'e, M. Müller'den Freud'a ve Marks’a kadar birçok Batılı düşünür, dinin sonunun geldiğine inanmışlardı.
Onsekizinci yüzyılla birlikte modernleşme eğiliminin artışına paralel olarak, dinî bir düşüşün yaşanacağı kanaati tüm Batıyı sarmıştı. Bunu bilimsel yöntemlerle açıklamaya çalışıyorlardı. O derece ileri gidildi ki dini düşüncenin karşısında yer alan Pozitivizmde din, insanın ilkel geçmişinden modern dünyaya taşınan ve bilim çağında "aydınlanma" ile yok olmaya mahkûm olan bir kalıntı olarak tarif edildi. Bir pozitiviste göre din, kurumsallaşmış bir cehalet ve hurafeden başka bir şey ifade etmiyordu. Birçok pozitivist ve materyalist düşünüre göre kendileri göremese de bilim daha da geliştikçe gelecek nesiller dinsiz olacak, torunları dinsiz bir dünyada yaşayacaklardı.
Yirminci yüzyıl, dinin yok olacağını söyleyenleri yalanladı. Din, insanlık tarihinden silinmedi. Coşkuyla yaşanmaya devam etti. Hatta fert ve toplum için onların öngörülerinin aksine zamanla daha önemli hale gelmeye de başladı. Bilim değil ama maddeyi tek gerçek kabul eden bilimciler iflas etti.
İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliklerden biri inanç, diğeri ise ahlaktır. Ahlaksız bir medeniyet mümkün olmamaktadır. Ahlakî ve dinî prensipleri hiçe sayan bir anlayış elinde bilim toplumsal yapıları bozabilmekte, büyük felaket ve kötülüklere sebep olabilmektedir. Bugün nükleer savaşlar, küresel ısınma, ozon tabakasının delinmesi ve çevre kirliliği, yani yirminci asrın felaketleri, metafizik ve ahlakî prensipleri ilke edinmeyen bilimin neticesidir. Bu durum devam ettikçe insanlık daha büyük felaketlerle karşılaşacaktır. Dine ve ona ait değerlere yüz çeviren adeta gözünü kapayan toplumların toplumsal ve ahlaki çöküntü içersinde yaşamaya mahkûm oldukları artık görmezden gelinemeyecek kadar açık bir gerçekliktir.