Herkes adalet istiyor haklı olarak.
Haksızlıktan hukuksuzluktan canı yananlarında, ortak iyiyi bulmanın gayretinde olanların da sarıldığı bir kavram adalet.
Adeta hayatın manifestosu.
Verdiğin kadar almaya, sevdiğin kadar sevilmeye razı olmak adalet.
Her Cuma hutbelerden ikram edilen ilahi bir buyruk adalet.
Herkes özgür olmadan asla!" diye özetlenebilecek bir bildirinin son cümlesi adalet.
Tüm zamanların en ideal çağrısı
Geçen hafta böyle bir çağrı çınladı kulaklarımızda.
Aralarında öğrenci, avukat, gazeteci, akademisyen ve yazarlarında bulunduğu bir grup başörtülü bayanın çağrısıydı bu.
Sadece kendileri için değil, herkes ve her kesim için istiyorlardı istediklerini.
Özgürlük istiyorlardı adilce.
Eşitlik vurgusundan çok adaleti ön plana çıkaran bir çağrı
Aslında bu insanlığın ortak vicdanının ümidi değil mi?
Adaletin hâkim olduğu bir yeryüzünde yaşamak.
Uluslararası hukuktan tutunda devletin vatandaşlarına karşı adil olmasına, bir eğitimcinin sevgisini talebeleri arasında paylaşımına kadar beklentiler aynı.
Devrimler, ihtilaller, savaşlar dünyaya barış huzur ve insanlara adalet getirmek için gerçekleştirildiklerini öne sürüyorlar.
Söylemler aynı kavram üzerine oturuyor.
Tarihin seyir defterine baktığımızda insanlar nezdinde adaleti gerçekleştirecek en büyük aygıt olarak devlet mefhumu ön plana çıkıyor. Hatta Eflatun devletin varlık sebebini bizzat adalete dayandırıyor.
Dinlerde de inancın en sağlam temellerinden biri adalet duygusu. Çünkü dünyada gerçekleştirilemeyen adaletin orada mutlaka gerçekleştirilecektir. Zira insanın uğradığı haksızlıklar karşısındaki zararlarının kesin olarak temin edileceği ilahi garanti altına alınmıştır.
Nitekim ahiret inancı olmayan toplumlarda da adalet duygusu yabana atılmamış farklı bir şekilde temellendirilmiştir. Reenkarnasyonun kaynağını teşkil eden Hint dinlerinde insanın birkaç kez yeniden dünyaya gelmesinin arkasında yatan sebep de adalettir. Çünkü insan her gelişinde önceki hayatının karşılığını görecektir. Yaşanılan hayat daima bir önceki hayatın karşılığı, dolayısıyla adaletin gerçek tecellisi olarak ele alınmaktadır.
Adaleti ayakta tutmayan inanışlar ve ideolojiler hiçbir zaman varlığını devam ettirememişlerdir. Örneğin, gücü kutsallaştırıp varlığın devamının temel şartı gören sosyal Darwinzm ve bundan beslenen ideolojilerde adalet aramak güçtür. Çünkü bu anlayışta haklı olan değil, güçlü olana yaşama hakkı vardır.
Ama adaleti merkeze koyarak yola çıkan inançlar, ideolojiler ve bundan hayat bulan devletler kalıcı ve uzun ömürlü olmuşlardır. İşte bu nedenle tüm insanlık Hz. Ömer"in adaletine şahadet etmektedir. Fikri namus sahibi her kalem asırlarca ayakta kalan Osmanlı"nın adaletini hayranlıkla dillendirmektedir.
Çünkü adalet duygusu bizim mayamızda mevcuttur. Biz, daha peygamber olamazdan önce bir hak ve adalet arama teşkilatı olan Hilf"ul-Fudul"e adalet üzere yeminleşerek giren bir peygamberin ümmetiyiz.
Ve yine biliyoruz ki, Hz peygamberin insanları davet edeceği prensipler açıklanırken, uyacağı en temel esas da tevhit ve adalet çağrısıdır.(Şura 42/15)
İşte bu nedenle İslam düşüncesinde adalet kavrama özel önem verilir. Öyle ki İslam medeniyetinde bütünüyle fıkıh, adaletin ikamesi için geliştirilmiştir. İslam mezheplerinin temel yaklaşımlarında adalet anlayışlarının önemli etkileri olmuştur. Şia mezhebine göre beklenen mehdi adaleti gerçekleştirmek için gelecektir. Sünni alimler ise sultanının adaletle hükmetmediği takdirde gayr-ı meşru olacağını söylemişlerdir. Mutezile âlimlerinden çoğu daha da ileri giderek, adaletin değil sultan, Allah üzerine bile vacip olduğunu söylemişlerdir.
O halde bize düşen görev adaleti mahkemelerden önce kalplerde ve akıllarda tesis ettirmektir.
Çünkü Gökler ve Yer Adaletle Ayakta Durur (Hz. Muhammed)